Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Bir Deneme
Selma Ulusoy
18. y.y. Aydınlanma filozoflarından olan Jean Jacques Rousseau’nun bu kitabında ağırlıklı olarak mülkiyetten, toplumsal sözleşmeden, doğa durumundan uygarlığa geçişten, insanlar arasındaki fiziksel ve sosyal eşitsizliklerden, kendi devlet fikrinden, Cumhuriyet yönetimlerinden ve özgürlüklerden bahsedilmiştir. Şimdi bu kavramların hepsini teker teker açmaya çalışacağım.
Öncelikle bu kitabın içeriğini anlayabilmek için Aydınlanma döneminin koşullarına bakmamız gerekir. Skolastik felsefenin etkisindeki Avrupa insanı Fransız Devrimi ve Aydınlanmayla ile birlikte aklı ön plana çıkarmıştı. Tanrı’yı alaşağı edip onun tahtına insanı yerleştirmişti. Sekülerizme hızlı bir geçiş süreci başlamıştı. Ayrıca bireycilik ve rasyonalizm bu döneme hâkimdi. Bu dönemi genel bir çerçevede kısaca açıkladıktan sonra kitabın içeriğinden söz etmeye başlayabiliriz.
Rousseau bu dönem içinde en çok yankı bulan filozoflardan biridir. Kuşkusuz ki bu kitap da bazı ideolojik kesimlere esin kaynağı olmuştur. Kitabın önsözünde yazarın Diderot tarafından belirlenen yöntem araçlarını kullandığından bahsedilir. Bu araçlar: Doğayı gözleme, düşünme ve deneydir.
Rousseau konuşmasında insanın tarihinin şemasını şu şekilde göstermiştir:
1-Başlangıçta vahşi gelişmemiş hayvanın hem barışçıl olup hem de olmadığından, mutlu olmadığından çünkü mutluluğun mutluluk bilincini varsaydığından söz eder.
2-İlk insan toplumlarının, insanın en mutlu çağı olduğundan ayrıca bu durumun doğa haline göre bir ilerleme gösterdiğinden buna karşılık artık insanın bazı düşkünlüklerinin de başladığını söyler.
3-Burada kendi zamanının toplumunu kastederek; özel mülkiyetin ortaya çıkmasından sonra zenginlerin bu mülklerini korumak için sözleşmeye başvurduklarını fakat bu sözleşmenin hileli olduğundan bahseder. Böylece uygarlık durumuna geçilmiş olur. Rousseau Demeç’te şöyle der: ‘‘Uygarlıktaki her yeni ilerleme, aynı zamanda, eşitsizlik yolundaki yeni bir ilerlemedir. Uygarlıkla doğmuş olan toplumun kurduğu bütün kurumlar, ilk ereklerinin tersine dönerler.’’
4-Daha sonra da böyle hileli bir sözleşmeye alternatif bir sözleşme ortaya koyar. Herkesin özgürlüğünü korumak için bütünün özgürlüğünü feda edeceği bir sözleşmeden bahseder.
Yazar insanlar arasında iki tür eşitsizliğin olduğunu söyler. Bunlardan bir tanesi doğa tarafından meydana getirilen yaş, boy, cinsiyet, zekâ gibi fiziksel eşitsizlikler, ikincisi de uzlaşmaya dayanan insanların zararına olan fakat bazı kimselerin yararlandığı manevi ya da politik eşitsizliklerdir. Zaten kitapta fiziksel eşitsizlikten fazlaca söz edilmez. Çünkü bu eşitsizlik doğa tarafından belirlenmiştir. ‘‘Toplumun temellerini araştıran filozoflar, doğal duruma geri gitmek zorunluluğunu duymuşlardır; ancak bunların hiçbiri, Rousseau’ya göre, hiçbir zaman oraya ulaşamamışlardır. Onların hepsi doğaya, kaynakları yalnızca toplumda olabilecek özellikler atfetmişlerdir’’(Bottomore-Nisbet;2002:31).
Doğa durumunda çocukluktan itibaren doğanın koşullarına uyum sağlamış vahşi insan çok güçlü ve gürbüzdür. Bu yüzden tüm ötekileri yok eder. Ayrıca ilk insanların bizim gibi konut, gıda ya da çıplaklık gibi sorunları yoktur. Yani bizim gereksindiğimiz şeylere onlar ihtiyaç duymazlar. Fakat bu insanlar topluma alıştıkça herkes de kıskançlık, beğenilme ve saygınlık gibi duygu durumları ortaya çıkar. Böylece doğa durumundan uygarlığa geçiş sürecinde insanlar o saflıklarını, mutluluklarını ve ahlak temizliklerini kaybederler.
‘‘Yalnız başına yaşayan cinsler, ancak birleşme zamanlarında, o da geçici olarak, bir arada bulunuyorlardı. Bu mutlu ve esen yaşayışta tam bir eşitlik vardı; kimse kimseden kuşkulanmıyordu; her şey bol bol vardı; herkes kendisi için yaşıyor, kendi kendisiyle yetiniyordu. Ama bu insanlardan biri bir başkasının yardımına gereksinme duyduğu gün, bu eşitlik de sona ermiş oldu. Doğa durumu tarımın başlaması ve buna bağlı olarak mülkiyet kavramının ortaya konması ile kapanmıştır. İlk olarak bir toprak parçasının etrafına bir çit çevirip ‘Burası benimdir’ diye ve buna inanacak budalalar bulan kimse ‘yurttaşlar toplumu’nun gerçek kurucusu olmuştur’’(Gökberk;2004:340–341).
Bu nokta da Rousseau’nun üzerine en çok kafa yorduğu konulardan biri olan mülkiyet kavramı üzerinde durmak gereklidir. Mülkiyet tarıma geçiş sürecinde başlamıştır. Fakat ‘‘ sürekli mülkiyeti kurmak için tarım yeterli olmaz sadece; yararlı yasalar, bu yasaları uygulatmak için devlet memurları gerekti; kısacası, toplum hali gerekti’’(Proudhon;1998:117).Mülkiyet kabul edildikten sonra bunun sonucu olarak ilk hukuk kuralları doğdu. Yetenekler eşit olmadığı için hiçbir zaman tam anlamıyla eşitlik sağlanamadı.
En güçlü olan, daha çok iş yaptı ve herkesin birbirine karşı gereksinmeleri oldu. Böylece de doğal eşitsizlik, değiş-tokuş düzenindeki eşitsizlikle gelişti. İnsanlar mülkiyet fikri ortaya çıkmadan önce ancak fiziksel güçlerini, avladıkları hayvanları ve sahip oldukları yetenekleri ortaya koyarlardı. Fakat mülkiyet beraberinde mirası da getirdiği için kimileri ceplerini parayla doldurmuş, kimileri de onların kölesi olmuştu. Toplumsal sözleşme de toplumsal tabakaların oluşmasına yol açmıştı.
Rousseau’nun zorba hükümdarlar hakkındaki düşünceleri şöyledir: Hükümdarların sahip oldukları egemenlik hakları güçleriyle yakından ilgilidir. Güç kaybolduğu anda egemenlik sona erer.
Son olarak filozofun Cumhuriyet yönetimi ile ilgili düşüncelerinden bahsetmek gerekir. Filozof bu yönetimi en adaletli, bilgeliğin, barışın, iyi değerlerin hâkim olduğu bir sistem olarak değerlendirir. Ayrıca bu yönetimin lüks, zevk ve gösterişten arınmış olduğunu savunur.
Kuşkusuz ki Rousseau tüm bu düşünceleriyle bazı ideolojilere esin kaynağı olmuştur. Örneğin Marksist söylemlerde Rousseau’nun yansımasını açıkça görebiliriz. Aydınlanmayla birlikte genellikle bugünkü bilinen anlamıyla ideolojilerin ortaya çıktığını da düşünürsek, bu durum pek de şaşırtıcı bir son değildir. Her şeye rağmen Rousseau bir Cumhuriyet savunucusudur ve buradan da anlaşılacağı üzere Marksistler bu büyük düşünürün yalnızca bir boyutunu alıp geliştirmeyi tercih etmişlerdir. Bunun dışında düşünürün “doğa durumu” kavramıyla I. komünal dönemin yapıları birbirlerini çağrıştırmaktadır.
Son kertede Rousseau çağları aşan bir kavrayış yakalamış ve toplumsal düşünce adına önemli düşünceler bırakmıştır insanlığa.
KAYNAKÇA:
• Bottomore T. , Nisbet R.(2002)Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ayraç Yayınları, Ankara.
• Gökberk, Macit(2004)Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
• Proudhon, Pierre Joseph(1998)Mülkiyet Nedir? ,çev: Vedat Gülşen Üretürk, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul.