MODERN ÇAĞIN TÜKETİM TAPINAKLARI VE RİTÜELLERİ
Selma Ulusoy
“Poliüretan kültürün popüler saltanatı
anlamadan yaşadığımız hayat
duyarlıklarımız:öğle tatilleri yenen sandviç
aralarında her şeyden biraz
videoya alınmış şanlı hülyalarımız
akşam yemeklerinin melamin çağı
hiçbir neon ışıtamazken
tüketim ahlakının ince barbarlığını
ey sevda sahafları!
Heyelanlar içindeki kalplerinizi tarihe gömün
Çünkü zamanlardır belirleyen aşkları”
Murathan Mungan
İnsan ne için yaşar? İnanç? Kendini bulmak? Erdemli olmak? Vs… Modern zamanda insan tüketmek için vardır. Avcılık ve toplayıcılık döneminde insanlar sadece ihtiyaca yönelik tüketim yaparken, zaman ilerlemiş âdemoğlu artık yalnızca karnını doyurmak ve vahşi hayvanlardan korunmakla yetinmemiştir. Artık ‘‘zevk’’ ve ‘‘zevk veren şeyler’’ ön plana çıkmaya başlamıştır.
Kısaca ortaya çıktığı ilk zamanlardan bu yana tüketim olgusu modern toplum hayatında daha önemli bir yer tutar hale gelmiştir. Nesneler insanları ele geçirdi.Artık onlar bize değil biz onlara bağımlı durumdayız. ‘‘Bolluk içindeki insanlar artık tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil, daha çok nesneler tarafından kuşatılmış durumda.Nesneler çağını yaşıyoruz:Nesnelerin ritmine ve onların hiç kesintisiz artarda gelişlerine göre yaşıyoruz.Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz’’(Baudrillard;1997:15-16).
Alışveriş kavramını da sorgulama gereği duyuyorum. Çünkü insanlar eskiden sadece ihtiyaçları kadarını tüketirlerken modern zamanlara gelindiğinde ihtiyaç dışı lüks tüketim yaygınlaşmaya başladı. Mesela hipermarketlerin büyüsüne kapılmış bir bayanın alışveriş sepetinden pekâlâ traş losyonu çıkabilir.
Bunun nedeni tüketim eyleminin araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmesidir. Artık bizler, yirmi birinci yüzyılın harika insanları(!) olarak, olmayan paralarımızı harcama şansına ve lüksüne sahibiz. Daha çok harcayabilmek için kredi kartlarımız var. ‘‘Kredi kartları kolay kredilerle insanları tüketime çeker, sonra ödüllü tatiller, yeni kartlar ve yüksek kredi limitleriyle daha da fazla tüketmeye cezbeder’’(Ritzer;1999:51). Metropol insanı yalnızlığını ve mutsuzluğunu gidermek için ne yapacaktır? Sanat ürünlerini tüketecek, televizyonda gece yarısı gösterilen ve telefon aracılığıyla ‘dakikalık’ spor paketi pazarlayan programları seyredecek yine ‘zaman hazinesinden’ tasarruf edecek veya alışveriş yapacaktır.
Birey tüketim yaparken,haz duygusuna yenik düşüp satın alma işlemi bitmeden ,modern zamanda her şeyin olabildiğince çabuk tüketilmesi alışkanlığıyla diğer ürüne yönelmektedir.Böylece tüketimin verdiği geçici mutluluğu biraz daha arttıracaktır. Para; modern çağın tanrısına, alışveriş merkezleri; ibadethanelere ve alışveriş eylemi de; ritüele dönüşmüştür. ‘‘Bireyler, tek bir meta almaya değil bir nesneler sistemi almaya özendirilmekte; böylece birey tüketim yolu ile kendini diğer bireylerden farklı kıldığını sandığı bir tanınma sürecine girmekte ama aynı zamanda tüketim toplumunun uyumlu bir parçası olarak onunla bütünleşmektedir. Bir başka deyişle bireyler, aynı zamanda nesneleşmektedirler’’(Şaylan;1999:201).
İnsanlar tüketim eylemlerini gerçekleştirirken kendilerini ortaya koyamamaktadırlar. Çünkü bu eylem dışarıdan dayatılmaktadır.Böylece birey pasifize edilmiş olur. ‘‘Kitleler “kendim” zindanının zifiri karanlıklarında kaybolmuşve her önüne sürülen anlama sarılmakta;kendi gerçekliğinin o sert varlığıyla karşılaşmayı hep ertelemektedir. Bu anlamda kendi gerçekliğiyle karşılaşmak istemeyen kitleleri düşünmekten alıkoyan,onlara anlık,tüketilebilir yaşam pratikleri sunan “popüler kültür endüstrisi”nin bir tür yaşam üretici fonksiyonu gösterdiği somutuyla yüz yüzeyiz’’(Akdoğan,Çelik;2006:3).
Örneğin moda olgusunu ele alalım. Özellikle kadınlar içgüdüsel olarak hemcinslerinden farklı olmak isterler. Fakat moda bireyleri belirli kalıplara sokar ve farklılıklara izin vermez ve eğer kişi bu durumdan mutluysa farklılaşmış olmaz aksine sisteme entegre olur.Tüketim olgusu modern zamanın kimlik arayışıdır. ‘‘Şehirdeki birey daha çok, bir kimlik duygusu yaratabilmek, kim olarak algılanmayı arzu ettiğini belirtebilmek amacıyla tüketmektedir’’(Bocock, akt.Çağan;2003:109).
Bireyin, tüketmekte olduğu ürün raflarda nasıl kategorize ediliyorsa;tüketim ediminin sonunda birey de kategorize olacaktır.Tüketmek için seçtiği malın markasıyla kimlik bulacak,aynı markayı seçen diğer tüketicilerle kendini ‘bir’likte hissedecektir.Bireyin aidiyet hissi bu şekilde oluşmaktadır.Toplumdaki ayrımlar bu bağlamda tüketilen mallar ve bu malların markalarına bağımlı hale gelmiştir. ‘‘Nike’’ markasını tercih edenlerle ‘‘Burberry’’ markasını seçenler arasındaki fark yalnızca tercih edilen ürünler arasındaki fiyat farkı olmaktan cıkmıştır.Bireyin yaşam şekli,patolojik bir şekilde markalarla belirlenir.
“Sürekli daha da fazla tüketiciyi kendilerine çekmek için bu tüketim katedrallerinin tüketim için daha da büyülü, fantastik, sihirli ortamlar sunmaları ya da en azından sunuyor görünmeleri gerekir. Bazen bu büyü kasten yaratılır, başka ortamlarda ise büyük ölçüde görülmeyen bir dizi gelişme sonucu ortaya çıkar’’(Ritzer;1999:26). Alışveriş merkezlerinde her şey düşünülmüştür. Renkli, bol ışıklı ve göz alıcı bu yerler, dış dünyanın sıkıcılığından bizi çekip alır. Üstelik bu mekânlar size güzel şeyler vaat eder, hatta iyi zaman geçireceğinize dair garanti bile verirlerdi. Bu dünyanın büyüsüne kapılmamak imkânsızlaşıyordu. İşte aradığınız ya da aramadığınız her şey elinizin altındaydı. ‘‘Amaç insanları tüketim alanında tutmaktı’’(Ritzer;1999:51).
Ayrıca bu mekânların dekorasyonları tüketimi destekleyici niteliktedir. Çalışanlar bir örnek giyimli, şık ve kibardılar. Öyle ki size yardımcı bile oluyorlardı. Şelale, bahçe ve çiçek taklitleri de kendinizi doğada –belki de insanların en huzur buldukları yerde- hissetmenizi sağlıyor, ortama güven duymanıza neden oluyordu. ‘‘Alışveriş merkezleri, geleneksel olarak tapınakların sağladığı türde bir merkezlilik sağlar ve benzer bir denge, simetri ve düzene sahip olacak şekilde inşa edilirler. Atriumları genellikle su ve bitkiler aracılığıyla doğayla bağlantı sunar’’(Ritzer;1999:27).
Üstelik bu yerlerin her kesime hitap etme iddiaları vardır. Zengine, fakire, yaşlıya, gence, erkeğe, kadına ve çocuğa. Ama yine de hedef kitle kadındır çoğu zaman. Çünkü ev yaşantısında işbölümü gereğince alışveriş kadından sorulur. Oradaki hemen her şey kadınlara tahsis edilmiş gibidir.
Giyim mağazaları, dekorasyon eşyaları, kuyumcular. Gençler içinse bowling salonları ve kafeler; yaşlılar için doğa ambiyansı içinde bulunan rahat koltuklar; çocuklar için oyun parkları ve oyuncakçılar; erkekler içinse oyun salonları ve teknolojik fuarlar. İnsan burada başka ne isteyebilirdi ki. Bunun dışında bu hizmetlerin toplu halde, aynı mekânda bulunması da insanlar için bir avantaj durumundadır. Ulaşım olanakları için her şeyin bir arada bulunması cezbediciydi. Ayrıca bu merkezlerin müşterilerine tahsis ettiği özel araçlar ve servislerde ulaşım sorununu ortadan kaldırıyordu.
Alışveriş merkezlerinin simülasyonlar yaratmanın yanı sıra, sosyal ilişkilerimizi de etkileme özelliği var. Sosyal ilişkilerimizi azaltma yönündeki etkisinden bahsediyorum ve bu durumun kaygı verici boyutlara ulaştığını düşünüyorum. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve sosyal ilişkileri kuvvetli olduğu sürece insanlığını devam ettirebilir. ‘‘İnsan, evrendeki öbür varlıklardan farklı olarak, asla kesinlikle insan değildir, tersine, insan olmak demek, insan olmamak tehlikesine açık bulunmak demektir’’(Gasset;1995:40).
Tüketimin had safhaya ulaştığı mekânlardan biri de muhakkak ki Mc Donalds ve benzeri fast food restoranlarıdır. Adından da anlaşılacağı gibi buralarda her şey çabucak tüketilir. Geniş zamanlara tahammül yoktur. Daha geleneksel restoranlarda yapılan masa başı sohbetlerden ve paylaşımlardan burada söz edilmez bile.
Etnik yemeklerden ve farklı lezzetlerden eser yoktur. Her şey tek tipleştirilmiştir ve standartlaştırılmıştır; sandviç ekmeğinin boyutundan ketçapın miktarına kadar. Çalışanlar bile robotlaşmış, otomatiğe bağlanmışçasına hızlı ve seri hareket ederler. İnsanın aklına ister istemez otomobil fabrikaları ve seri üretim bantları gelir. Burada hataya yer yoktur. Çünkü bu yiyecekleri tüketmek için sırada bekleyen binlerce aç insan vardır.
‘‘Toplumun Mc Donaldlaştırılmasıyla ilgili başka bir çok çevre sorunu da vardır kuşkusuz: Kağıt üretmek için kesilen ormanlar, polyesterin ve diğer maddelerin yol açtığı zarar, sığırları beslemek için gereken çok büyük miktarlarda yem vb.’’(Ritzer;1996:41).Bunların dışında yiyeceklerin hammaddelerinin telef edilmesi, atıkların çevreye zarar vermesi ve bozuk yağların kullanılması da hem çevre hem de canlı hayatını büyük ölçüde etkiler.
Günümüze baktığımızda insanların tek tatil günü olan pazar gününü de tüketime ayırdıklarını görüyoruz. Ortalama bir aileyi ele aldığımızda bu günde birlikte vakit geçirmek yerine hepsi dört bir yana dağılırlar ve tüketim şölenlerine hızlıca başlarlar. Herkes bireysel faaliyetlerde bulunur.
Aile ya da arkadaş ziyaretleri yerine bu mekânları tercih ederler ve giderek yalnızlaşırlar. Tabii ki sadece alışveriş merkezlerinin bunlara yol açtığını iddia etmiyorum. Kentleşmeyle birlikte insanın çevresine yabancılaşması, ulaşım ve maddi olanakların yetersizliği gibi faktörler de sosyal ilişkilerin azalmasında rol oynar.
Son zamanlarda sanatsal faaliyetler de alışveriş merkezlerine taşındı Sinema, tiyatro ve konser salonları, sergiler ve diğer aktiviteleri toplu bir halde bulmak mümkün hale geldi.Neden?Mekanlar arası mesafeyi kısaltmak ve sonuç olarak modern zamanın en büyük hazinesi ‘‘zaman’’dan tasarruf etmek için mi yoksa insanları tüketim alanına gönüllü mahkumlar haline getirmek için mi? Sanatsal faaliyetlerinin de tüketim mekânlarına girmesiyle her şey orijinalitesini yitirdi ve büyü bozuldu. Bir filmi izlerken artık fazlaca haz duymuyoruz. Ya da tablolar bizi eskisi kadar etkilemiyor. Çünkü hepsi bir öncekinin taklidi, bir sonrakininse aslı niteliğinde.
Büyük patronlarda bunu fark etmiş olacaklar ki yeni arayışlar içine girdiler. Nostaljik temaları allayıp pullayarak insanlara sunmaya başladılar. Eski kıyafetlere yeni yorumlar getirildi. Eski filmlerin çağdaş uyarlamaları yapıldı ve bunun gibi birçok örnek verilebilir.21. yüzyılda yeni sanat eserlerini ortaya çıkmıyor.Sanatçılar yeni bir tablo yapmak yerine kompozisyonlar yapmayı ya da fotoğraf çekmeyi tercih ediyorlar.Sonuç olarak var olan bir şeyi yeniden üretmiş oluyorlar.
Sanat olgusu ve sanat eserleri burjuva sınıfına aittir.Yani bu açıklamaya göre sanat ürününün elitist bir tavrı ve duruşu olması gerekmektedir.Bu durum tüm dünyaya baktığımızda 20. y.y.a değin böyleydi.Fakat kitle iletişim araçları yaygınlaştıkça ve bu araçların sosyal ve siyasal yaşantı üzerindeki etkisi arttıkça sanat ürünleri kitleler tarafından da tüketilmeye başlandı.Böylece kitsch kültürü ortaya çıktı.
Tabloların röprödüksiyonu ve tasarımların taklidi kitschleşmenin göstergelerinden biridir. ‘‘Her yandan ödünç alınmış(geçmiş,yeni,egzotik,folklorik,fütürist) ayırt edici göstergelerin nesne düzeyinde endüstriyel çoğalması, bayağılaştırılmasından ve kullanıma hazır göstergelerin düzensiz bir artışından kaynaklanan kitsch’in bu çoğalımı kitle kültürü olarak temellerini tüketim toplumunun sosyolojik gerçekliğinde bulur’’(Baudrillard;1997:136).Kitsch kültürü kitlelerin beğenilerinin olmadığını anlatmaz sadece kitlelerin beğenilerini küçümser.Kitlelerin beğenisiyle yüksek kültürcülerin beğenisi farklı olmalıdır. ‘‘Burada kitsch sanatın popüler sanat olarak tanımlanması, bu sanatın gündelik hayatın içinde yer almasıyla ve onu anlamak için özel bir donanıma ihtiyaç duyulmamasıyla birlikte düşünülebilir’’(Alpman;2005:13).
Tüketimin yaygın olduğu alanlardan biri de ‘şiddetin tüketimi’dir.Gündelik hayatımızın içinde var olan ve kitle iletişim araçlarıyla birlikte artık etkisini büyük ölçüde yitiren şiddet görüntüleri modern dünyada içi boşaltılmış tüketim metalarına dönüşmüştür.
‘‘Sanal şiddet izleyicilerini teknik mükemmelliği ve gerçekliğe yakınlığı sayesinde tüyleri diken diken edebilecek bir kan gösterisiyle ürpertmek, dünyanın her neresinde olursa olsunlar, artık mümkündür’’(Keane;1996:113).Savaş sahnelerinin etkisi boks maçlarınınkinden pek de farklı değildir artık.Her gün ölen çocuklar, işkenceye uğrayan ve katledilen halklar…
Hepsi sıradanlaşmış görüntüler.Televizyonda gördüklerimize ve duyduklarımıza o kadar inanmışız ki gerçek yaşam bizi hiç ilgilendirmiyor.Yavaş yavaş tepkisizleşiyor ve duyarsızlaşıyoruz ve böylece ‘aktif özne’ ya da ‘insiyatif’ gibi kavramlar tarihe karışıyor. ‘‘Karşısında "nesne"leştirilmiş bir konumda olduğunun farkında olmadan "gerçek"liği oynadığını zanneden oyuncular ve kendisini "özne" olarak kurgulayan ama karşısına kurulduğu kara kutunun o parlak yüzeyinden yansıyan ve her anı heyecan,gerilim,çatışma,şiddet ve bilinçaltı dışavurum ritüelleriyle geçen görüntülerin ''tamamen gerçek" ve "kendiliğinden" meydana geldiğini düşündüğü için "nesne''leştiğini göremeyen izleyici’’(Akdoğan;2006:5).
Kadınlar toplumsal roller bağlamında düşündüğümüzde modern zamanlara kadar geri plandadır.
Toplumun her alanında erkek üretici konumundayken, kadın tüketici konumda kalmıştır.Bu yüzden de kadınlara tüketmek için afyonlar verilmiştir.Güzellik, güzel olma tutkusu, beğenilme ve arzulanma gibi insani refleksler kadınlara dayatılarak hem kadının tüketmesine hem de tüketilmesine yol açmıştır.Erkekler kadınları tüketir, kadınlar da nesneleri.Kadın artık bir birey olarak değil metalaşmış bir cinsel obje gibi algılanmaya başlanmış ve kapitalizmin en önemli silahlarından biri olmuştur.Bir reklamda kadın varsa o ürün tutar ve kadın sattırır. ‘‘Bedeni keşfeden ekonomik sistem için reklamlar ve filmlerle beden bir yaratımdır artık.Yeni bir tüketim toplumu vardır ve kendilik bilincine sahip olmayan bireyler de bu topluma mensuptur’’(Bayram;2005:4). Her ne kadar sistemin kadınları tüketmeye yönelik bir eğilimi varsa hatta dayatılıyorsa da kadınlarda buna gönüllü
kurbanlar olmayı tercih ederler.Belki de tüm bu tercihlerin temel nedeni insanoğlunun ölümsüzlük arzusudur.
Son kertede modern zaman insanının temel eğilimi tüketmek üzerinedir.Bu çoğu kereler dışarıdan dayatılsa da modern çağın insan bu eylemi gerçekleştirerek var olabilmektedir.
KAYNAKÇA:
Akdoğan, Vefa(2006) Post-Modernizm ve Küreselleşme Bağlamında Popüler Kültür ve Gerçekliğin Simülasyonu, Yayımlanmamış Lisans Tezi.
Akdoğan, Vefa; Çelik, Adnan(2006) Post-Modernizm ve Küreselleşme Bağlamında Popüler Kültür ve Gerçekliğin Simülasyonu, Yayımlanmamış Lisans Tezi.
Alpman, Polat Sait(2005) Sanatsal Kurgu ve Toplumcu Sanatın ‘Yeniden’ İmkanı, Sosyologos Dergisi, Sayı:8, Konya.
Bayram, Ayşe(2005) Eleştirilen Tüketim ve Tüketilen Cinsellik, Sosyologos Dergisi, Sayı:7, Konya.
Baudrillard, Jean(1997) Tüketim Toplumu, Çev: Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Çağan, Kenan(2003) Popüler Kültür ve Sanat, Altın Küre Yayınları, Ankara.
Gasset, Ortega Y(1995) İnsan ve Herkes, Çev: Neyire Gül Işık,Metis Yayınları, İstanbul.
Keane, John(1996) Şiddetin Uzun Yüzyılı, Çev: Bülent Peker, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Mungan, Murathan(2003) Kum Saati, Metis Yayınları, İstanbul.
Ritzer, George(1996) Toplumun McDonaldlaştırılması, Çev: Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Ritzer, George(1999) Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, Çev: Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Şaylan, Gencay(1999) Postmodernizm, İmge Kitabevi, Ankara.