KADINLAR, FELSEFE VE HYPATIA (Ömer Osmanoğlu)
21/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 5691 |    Ters Dizgi
KADINLAR, FELSEFE VE HYPATIA
Ömer Osmanoğlu

Kadınlar ve Felsefe

Bilim ve felsefe tarihinde daha ziyade erkeklerin sözü geçiyor. Bu durumla ilgili olarak, kadınların dile getirdikleri itirazlardan az çok haberdarım. Ayrıca kadınların bilimsel ve felsefi konularda erkekler kadar etkin olamayışının nedenleri üzerine yapılan tartışmaları da kısır bulduğumu söylemeliyim. Bilimsel konulara kendini hasretmek, felsefi meselelere çözümler getirmek, dünyaya ve hayata belirli bir sistematik dahilinde açıklamalar sunmak, aklın kullanımı ve bilimsel meselelerin üstesinden gelmek erkeklerin tekelinde değil. Bunları yapmaya muktedir kadınların önünde büyük ve aşılması zor engeller göremiyorum… Hele de günümüzde. Kadınların genellikle yakındıkları özgür olamama durumu, imkanların kısıtlı olması, kadın-erkek eşitsizliği gibi konularda eskiye oranla kadınlar lehine bir iyileşme olduğu ortada. Kapitalist süreçle birlikte, kadınların iş hayatında daha fazla yer alması, belli bir takım sorunları da doğurdu ancak bilim ve felsefeyle ilgilenmek isteyen kadınları durduracak, onları bu yoldan alıkoyacak çok fazla neden yok gibi görünüyor.


Meselenin ilgi çekici bir diğer yanı ise, filozofların kadınlar hakkında ne düşündükleri, kadın-erkek ilişkilerine yaklaşımları ve aşk hayatlarının o koca koca kitaplarda uzun uzadıya ele aldıkları meselelerde gösterdikleri gayret ve başarıya paralel bir kusursuzluk taşıyıp taşımadığı ile ilgili. Doğrusu, filozofların çoğunu bu konuda başarısız buluyorum. Kadına bakış açıları, aşk hakkındaki görüşlerinin isabetsizliği, kurdukları ilişkilerdeki başarısızlıklar, filozofları “umutsuz vakalar” olarak nitelendirmeme neden oluyor.

Filozofların Aşk Defteri

Trakyalı kızlardan utanan ve onların “hep göğe bakıyorsun, biraz da bize bak” türünden sitemlerini karşılıksız bırakan Thales; karısı Xanthipe’nin dırdırından bunalıp kendini sokaklara bırakan ve onun gözünde “bir baltaya bile sap olamamış” koca Sokrat; amansız bir kadın düşmanı olan ve kadınların ortaklaşa kullanılmasını öneren Platon; süslü Aristo; gencecik bir kızla nişanlı olduğu başka kadınlarla ilişkiler kuran ve belki de evlenmekten korkan Augustinus; ilahiyat ve felsefe konularından başını kaldıramayan ve hatta ağabeylerinin, belki bu yoldan döner umuduyla kaldığı otel odasına bir fahişe gönderdikleri ve kapısı dışardan kilitlendiğinde sobadan kaptığı yanan odun parçasıyla zavallı fahişenin üstüne yürüyen Thomas Aquinas; kraliçelerle mektuplaşmaktan büyük zevk duyan Descartes; saray eşrafından kadınlara aşırı ilgi duyan ve saray bahçesinde hep birlikte ellerinde birer yaprak, “bakın yaprakların damarları birbirine benzemiyor, monadlar da işte böyle “ diyerek onlara monadoloji dersleri vermeye bayılan Leibniz; birlikte yaşadığı kadından olan çocuklarını, felsefe çalışmalarına engel oluyor gerekçesiyle yetiştirme yurduna bırakan vicdansız Rousseau, gözü saf aklın ve pratik aklın eleştirisinden başka bir şey görmeyen Kant; Çapkın Russell; aşk hayatında hep yenilgilerle karşılaşan Nietzsche; nişanlı olduğu kıza ve kendisine eziyetler çektiren Kierkegaard ve daha diğerleri. Bunlar, kadınlar ve aşk konusunda sınıfta kalmış akla ilk gelen filozoflar. Bu başarısızlığı, yazıp çizme ve düşünme işleriyle fazla uğraşmış olmalarına bağlayabilir miyiz bilmem ama sonuçlar ortada. Kirli uzun sakallarıyla, dünyadan el etek çekmiş münzevi halleriyle, uzaklarda bir yerlere gözünü dikip düşünceli pozlarıyla filozoflar bu işi bilmiyor. Evet, bilmiyor.

Peki teorileri nasıl acaba? Yoksa bu adamlar aşk-meşk işlerinde nazariyatta da mı sınıfta kalıyorlar? Şöyle felsefe tarihinin tozlu sayfalarına bir bakalım o halde ne yazıyor adamlarımız hakkında. Aşkı yalnızca bedeni bir istek olarak gören eski çağların aksine Sokrat, Platon, Aristo ve Stoacılar aşkın, “en yüce, en ince duygu” konusunda hemfikirmiş. Konuyla ilgili en çarpıcı beyanatı Aristo vermiş: "Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek!” Minibüs şoförlerinin mutlaka bu sözden haberi vardır. Ama Aristo’nun “kadınlarda ruh bulunmadığına” dair fikir beyan ettiğini de unutmayalım. Aristo sınıfta kaldı. Peki, Platon ne diyor aşk hakkında, ondan da bir tarif alalım şimdi: “Aşk, güzelliğin doğurduğu bir çekiciliktir, gerçek güzellik ise düşünce ile kavranan güzelliktir.” Platon efendi, burada doğruyu söylüyor fakat “yalan dünya, aşk-meşk işleri hikaye, düşün babam düşün”e getirmiyor mu işi sizce de? Romalı Epictetos aşkın bir tutku olduğunu söylüyor. Descartes ve Spinoza da Epictetos gibi düşünüyorlar ve hatta daha da ileri gidip aşkı dizginlemek için aklın kullanılması gerektiğini ileri sürüyorlar. İşte yine aynı şey: Akıl!Mistikler ve ilahiyatçılar ne diyor peki? Mesela Plotinus, Augustinus ve Pascal? Onlara göre ise “her çeşit aşk tanrı sevgisine dönüşüyor.” Burada da yok aradığımız şey! Peki romantikler? Azıcık umutlanıyor gibi oluyoruz. Fakat nafile! Ne diyordu Nietzsche? “Aşk insan soyunu sürdürmek amacıyla insana kurulan bir tuzak”tır. İşte şimdi işimiz daha da zorlaştı. Yeni bilimin öncülerinden François Bacon, aşk konusunu iyice çıkmaz sokaklara tıkıvermiş: "Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz." Ağır abiler aşık olmaz diyor anlayacağınız. Bir diğer ağır abi ise Epikür: "Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz."

Bu konuda beni en çok Kant şaşırttı. Zira Kant “kadınlarda akıl yeteneğinin eksik” olduğunu ileri sürüyor. Bu yüzden bilim ve felsefe konularında başarısız onlar. Hatta Fichte’nin, “kadınların duygularının sınırlarını saptamak” gibi bir yaklaşım sergilemesi sanırım kadınları daha da şaşırtacak.


İslam filozofları ise ser verip sır vermiyor. Farabi evli miydi, İbn Sina çapkın mıydı, İbn Rüşd evden Kurtuba camiine, ordan da eve mi giderdi bilmiyorum. Gazali evli barklı, çoluk çocuğa karışmış mazbut biri, onu biliyorum. İbn Arabi ve Mevlana’nın ilahi aşk ile ilgili görüşlerini ve ayrıca İslam mistiklerinin “aşk sarhoşluktur” sözünün de ayaklarımızı yerden kestiğini hatırlatalım.Daha fazla örnekler de sıralayabiliriz. Elbette Sokrat, Leibniz, Erasmus, John Stuart Mill gibi iyi örnekler de var ama çoğu filozof, kadınlar ve aşk hakkında fazlasıyla acımasız fikirlere sahip. Filozofların aşk hayatlarının neden umutsuz olduğunu düşünmekte sanırım fazlasıyla haklıyım.


(En sağdaki Nietzche - Soldaki Kırbaçlı Kadın: Salome)

Bilim ve Felsefede Kadınlar

O zaman az önce sözünü ettiğimiz konuya geri dönelim. Gerçekten “kadınlar felsefeden, bilimden anlamaz” mı meselesine bir bakalım tekrar. Yoksa “çocuklara bak, ev işlerini yap, temizlikten başımızı mı kaldırabiliyoruz ki” yakınmalarında cidden haklı mı onlar? Kadınların toplumsal alanda gittikçe geri plana atılması, ayrımcılık, Ortaçağ’da kadınların şeytanla bir tutulması ve yapılan cadı avcılığı onların bilim ve felsefe konularında söz sahibi olmasında birer engel mi? Ya da aslında kadınlarda özgün bir düşünce görebilmenin zor olduğunu ileri sürmek tutarlı bir davranış mı gerçekte? Düşünce, sadece erkeklere özgü bir şey mi? Kadın düşünür ve filozofların adlarının cinsellikle ilgili dedikodularda anılmasında, onlarla ilgili tanrı-tanımazlık, çok eşlilik, ensestlik gibi suçlamalarda doğruluk payı var mı? “Bilimsel leydiler”, “mavi çoraplılar”, “erkek kadınlar”, “salon kadınları” gibi adlandırmalar bir gerçeğe mi tekabül ediyor? “Acayip”, “zeki fakat kısır”, “soğuk”, “hetare (fahişe)”, “femmes fatale (felaket kadınları)” gibi yakıştırmalarla anılan kadınlara haksızlık mı yapılıyor? Yoksa onlar, fikir işçisi, namus düşkünü insanlar olarak ve erkeklerin baskılarından yılıp “erkeksiz”, “feminist” bir hayatı mı seçiyorlar? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ama başta da söylediğim gibi, konuyla ilgili yapılan tartışmaların nerdeyse tamamı, bizi kısır çekişmelerin olduğu bir alana sürüklüyor.

Biz şimdilik bunları bir kenara bırakalım ve aşağıdaki listeye (hem de harf sırasına göre) bir göz atalım: Anna Maria von Schumann, Agnes, Arete, Arignote, Axiothea, Ayn Rand, Casandra Fedele, Catharina Bassi, Claire Demar, Constance Naden, Cristine de Pizan, Damo, Diotima, Dorothea Cristiane Erwleben, Dorothea Schlözer, Emilie Marquise du Chatelet, Flora Tristan, Germaine de Stael, Gertrrud die Grosse von Helfta, Ginevra Nogarola, Hannah Arendt, Harriet Hardy Taylor-Mill, Hedwig Bender, Heller, Hildegard von Bingen, Hipparchia, Isotta Nogarola, İskenderiyeli Hypatia, Katharina von Sieena, Lais, Lasthenia, Laura Cereta, Laura Maria, Leontion, Leydi Anne Conway, Luc Irigaray, Lucretia Marinella, Mantineal Diotima, Margaret Cavendish, Margaret Mead, Mechthild von Magdeburg, Mechthild von Hackeborn, Miletli Aspasia, Maria Gaetana Agnesi, Marie Le Jars de Gournay, Mary Astell, Mary Daly, Mary Wollsttonecraft, Moderata Fonte, Myia, Olympe de Gouges, Olympia Fulvia Morata, Periktyone, Phintys, Rosa Luxemburg Rosa Mayreder, Sarah Kofman, Simone de Beauvoir, Sophie Germain, Theano, Theemista, Timycha, Tullia d'Aragona, Teresa von Avila (de Jesus), Yeporin.

Epey uzun bir liste. Bu liste, antikiteden modern zamanlara kadar bilim ve felsefeyle ilgilenen bazı kadınların isimleri. Belki başka bir çok isim de eklenebilir buraya. Bu listeyi, “kadınlar da felsefe ve bilimde başarılı olmuşlar” düşüncesinden hareketle yapmadım. Bilimin ve felsefenin erkeklere özgü bir alan olmadığını, bu alanlarla ilgilenen kadınların da var olduğunu, meseleye kadın-erkek ilişkisinden ziyade “insani bir durum” olarak bakılması gerektiğini anlatmak istiyorum. Tartışmaları fazla abartmanın da yersiz olduğunu düşünüyorum ayrıca.

Hypatia ve Trajik Öyküsü

Filozof ve bilim kadınları listesinde ilgi çekici bir isim var: Hypatia. O’nu özel kılan ise felsefe ve bilim alanında bir ilk olması. Felsefe tarihinde ve özellikle Epikürcü ekol hariç, Eski Yunan ve Roma’da kadınlar, felsefi ve bilimsel çalışmalardan büyük ölçüde dışlanmışlar. Buna rağmen, en önemli öğrenim merkezlerinden birisi olan İskenderiye’de yaşayan Hypatia (370-415) bilim ve felsefe konularında öne çıkmış. İlk kadın filozof olarak kabul edilen Hypatia, astronomi ve matematiğe hakimiyetiyle bilinir. Bilgisi ve diğer entelektüel yetenekleri ile temayüz etmiş ve felsefi çalışmalarla ismini duyurmuş bir hanımdır o.

Kadın filozof denince, genelde erkek kıyafetleri giyen, bakımsız, görünüşüne pek önem vermeyen, kolay kolay ağlamayan bir kadın akla gelir. Ayrıca orda burda dolanan, pencerelerin ardından dışarısını izleyerek düşüncelere dalan, karşı cinsle çok az ilgilenen, sinirli görünen, kendinden emin hareketleri olan bir kadın. Ama Hypatia söz konusu olunca bu yaygın kanaate istisna olacak bir durum karşımıza çıkıyor: Zira Hypatia zeki olduğu kadar güzel bir kadın aynı zamanda.

Hypatia, ünlü filozof, matematikçi ve gökbilimci Theon'un kızıdır. Babasına, Euclid'in bir eserine şerh yazarken kızının da yardım ettiği rivayet edilir. Zira babası, onun matematik eğitimiyle yakından ilgilenmiş ve kendisine hocalık yapmıştır. Hypatia, İskenderiye'deki Museion'da felsefe, matematik ve astronomi dersleri verir. Platon ve Aristotales'in tanıtılmasında dersleri etkili olur. Tam olarak felsefesinin hususiyetleri bilinmemekle birlikte, düşüncesinin esasının daha az metafizik içerikli bir Yeni-Platonculuk olduğunu söyleyebiliriz. Zira Hypatia, Plotinus, Porphyry ve Iamblichus gibi filozoflar tarafından kurulan Yeni-Platoncu okullarla bağlantı halindedir. Museion'da verdiği dersler ve konferanslar Hypatia’nın ününü arttırmış; zarafeti, bilgeliği, gençliği ve güzelliği geniş bir öğrenci ve hayran kitlesi oluşturmuştur. Soylularla yakın ilişkiler kurmuş, Pitolemais’ın putperest Valisi Orestes’in himayesine sığınmıştır. Hypatia’nın ölümüne dek evlenmediği, bekar bir bilim kadını olarak yaşadığı rivayet edilir.

Hypatia’nın, Yeni-Platoncu akıma derin ve farklı bir yorum getirdiği söylenir. Plotinus ve Porphyry'nin yolunu izleyerek “kişisel Benliğin Evrensel Benle birlik kurabileceği”ni gösteren Hypatia, Ammonius Saccas'un yolunu takip ederek dinler arasındaki benzerlikler konusuna da eğilmiş ve dinlerin kaynaklarıyla ilgili araştırmalar yapmıştır.

Kaynaklar, Hypatia’nın, Hıristiyan dogmaya savaş açtığını ve Hıristiyanların şiddetle kendisine karşı çıktığını belirtir. Hypatia’nın trajik sonu da bunun sonucunda olmuştur zaten. Kendisi dinsizlikle itham edilmiş, kurmuş olduğu siyasi ilişkiler düşmanlarının gözünü korkutmuş ve hakkında dedikodular ortaya atılmıştır.

Meseleye biraz daha yakından bakalım. İskenderiye’de çok tanrılığa karşı bir seferberlik ilan edilmesi kapsamında çok tanrılı tapınakların kiliseye devredilmesi, şehirde ayaklanma çıkmasına neden olur. Asilerin başında Hypatia ile yakınlığı bilinen Olympius da vardır. Aslında Hypatia, Yunan çok tanrıcılığı ve yerel mezheplere ilgi duymamıştır. Hypatia’nın Yeni-Platonculuk anlayışında büyüler, ayinler, kehanetler ve sihirler yer almaz. Ancak Olympius ile olan yakınlığı karşı taraf için bir bahane olmuştur. Diğer yandan, Rahip Cyril'in İskenderiye'ye başpiskoposu olması Hypatia için kötü günlerin başlamasının bir diğer nedenidir. Çünkü, Cyril yetkilerini genişletme çabasında olan acımasız ve iktidar tutkunu birisidir. Cyril’in seçilmesi İskenderiye’de huzursuzluğa neden olmuş, kilisenin ile imparator temsilcileri arasında bir çok çekişme meydana gelmiştir. Cyril’in çatışma içinde olduğu kişilerin başında da Hypatia’nın dostu ve hamisi olan vali Orestes gelmektedir. Orestes ile Cyril arasında süren çatışma, Cyril’in Hypatia’ya karşı bir düşmanlık beslemesine neden olmuştur. Aynı zamanda, verdiği derslerden ve yaptığı çalışmalardan ötürü Hypatia’nın nüfuzu Konstantinapolis’e, Suriye’ye, İznik’e kadar ulaşmış durumdadır. Öğrencileri arasında soylu ailelerin çocukları da vardır. Fakat Hypatia’nın, öğrencileri ile birlikte halktan kopuk bir çalışma hayatı sürdürmesi, halkın inançlarına karşı duyduğu kayıtsızlık Cyril’in elini güçlendirmiştir. Dolayısıyla halkta Hypatia’ya karşı duyulan bir sevgi mevcut değildir.

Zamanla, Hypatia’nın bir büyücü, dinsiz olduğu söylentileri yayılmış ve halk kışkırtılmıştır. 415 yılında, Okuyucu Petro'nun önderliğindeki Cyril'in keşişleri, Hypatia'nın ders verdiği Museion'un önünde toplanır. Pusuya yatan keşişler, Hypatia’nın arabasını durdurup etrafını sararlar. Giysilerini zorla çıkartarak onu bir kiliseye sokarlar. Koridorlarda sürükleyip sunağın önüne getirirler. Bir şeyler söylemek ister ama engellenir. Pedro’nun darbesiyle yere düşer ve diğer keşişler de üzerine çullanır. Öldürüldükten sonra bedeni sokaklarda sürüklenir, midye kabuklarıyla eti kemiklerinden sıyrılır ve en sonunda onu yakarlar.

Hypatia’nın bu trajik ölümü, Yeni-Platoncu okulun da sona ermesi anlamına gelir. Baskı ve zulümden bıkan diğer filozoflar Atina'ya kaçarlar fakat İmparator Justinian’ın emriyle buradaki okullar da kapatılır.Hypatia, antik bilimlerin ve putperest felsefenin sona erdiği ve Hıristiyanlaşma sürecinin güçlü olduğu bir dönemde yaşamıştır. Doğa bilimleri ve matematik alanlarındaki gerileme de bu döneme tekabül eder.Hypatia, ölümünden bu yana unutulmayan bir isimdir. Adeta bir efsane haline gelmiştir zamanla. Hakkında romanlar, oyunlar, şiirler yazılmıştır. Bilim ve sanat alanında sembol olmuş, güzellik ve bilgeliğin vücuda geldiği bir figür olarak anılmıştır. Voltaire, Hypatia’nın bir Hıristiyan komplosuna kurban olduğunu yazar. Ona göre Hypatia, "Hıristiyan bağnazlığının masum bir kurbanı; öldürülmesi ise, yunan tanrılarıyla beraber, sorgulama özgürlüğünün de ortadan kalkışının bir simgesi”dir. Voltaire bir aydınlanma filozofudur ve Hypatia onun kilise muhalifliğinde sembol olarak kullandığı bir isimdir. Hypatia’nın Voltaire için taşıdığı anlam, “kilise ve vahiyle gelen dine olan başkaldırı”nın sembolü olması açısından bir değer taşır ve Hypatia’nın öldürülmesi “Cyril’in papaz traşlı köpeklerinin, yobazlardan oluşan bir sürüye sırtlarını vererek işlediği hayvanca cinayettir.”Diğer yandan, kendisini linç eden düşüncenin sonraki dönemlerde sözcülüğünü yapan bazı kesimlerce de "İskenderiyeli hayasız bir kadın öğretmen", “Hıristiyanlığa karşı korkunç bir kin besleyen”, “hoşgörüsüz”, “kocasını aldatan ahlâksız kadın” olarak anılmıştır. Hypatia olayında gerçekle kurgunun karıştığını söylemek sanırım doğru bir yaklaşım olacak.

Eserleri:

Hypatia, daha çok eleştiri ve yorum türünde eserler kaleme almıştır. Çalışmalarını Euclid ve Ptolemy üzerinde yoğunlaştırmıştır. Felsefe, din literatürü ve dönemin matematik bilginlerinin uğraş alanı olan gizemcilik konularına ilgi duymuş; felsefe, matematik, gökbilim dersleri vermiştir. Hesychius’un rivayetine göre İskenderiyeli Diophantus'un Arithmetica’sına 13 ciltlik bir şerh, Pergelı Apollonius'un Konikler’ine ve Ptolemy'nin Matematik Kanon’una şerhler yazmıştır. Fakat bu eserler günümüze dek ulaşmamıştır.

Eserlerinin günümüze dek ulaşmamasında, Hıristiyan düşünce açısından dinsizlikle suçlanmış olmasının büyük payı olduğu ileri sürülür. Zaten ölümünden sonra, çalıştığı kütüphane yıkılmış ve kitaplar yakılmıştır. Hypatia ile ilgili olarak günümüze dek ulaşan tek eser, öğrencisi Kyreneli Synesios'un (bu öğrencisinin gökbilim araştırmalarında kullanılan usturlab adlı alet ile ilgili çalışmaları vardır) yazdığı mektuplardır. Bu mektuplarda Synesios, ona duyduğu hayranlığı ve bilimsel çalışmalarına duyduğu saygıyı bildirmektedir.


---------------
"Güzel, bilge ve erdemli Hypatia, şaşırtıcı birtakım nitelikler sergilemektedir: Köktendinci Hıristiyanlara karşı korkunç bir kin besler. Hypatia’nın kişiliğine Neo-Platoncu hoşgörüden çok Voltaire’e yakışan bir dikbaşlılık hakimdir.... Hypatia, keşişlerden “yobazlar, çölün yabani hayvanları, bağnaz entrikacılar; efendimiz dedikleri kişinin adına yeri ve göğü komplolarla doldurarak, onu kendilerinden iki kat daha fazla cehennem evladı haline getirenler” diye söz eder."
Maria Dzielska, “İskenderiyeli Hypatia”


---------------
“Aşağılık Galileli yıktı, lanetledi seni;
Ama düşüşünle daha da büyüdün! Ya şimdi, heyhat!
Platonun ruhu, Afroditin bedeni
Ebediyen Hellas’ın güzel göklerine çekildi.”
Charles Leconte De Lisle, “Hypatia”

Öneriler:

Kadın Filozoflar, cilt I, II, Marit Rullman, (çev. Tomris Mengüşoğlu), Kabalcı yay.

Kadın Filozoflar Tarihi, Ingeborg Gleichauf, (Çev. Leyla Uslu), ODTÜ Geliştirme Vakfı yay.

İskenderiyeli Hypatia, Maria Dzielska, (çev. Gamze Deniz), Berfin yay.



Ömer Osmanoğlu
tutunamayanlarJuly 21, 2013, 12:36
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi