ÖZEL ZORLUKLAR
"Bazı şeyler “çok iyiye” gidiyorsa, bazı şeyler” çok kötüye” gidemez. Bazı şeyler çok kötüye gidiyorsa da, bazı şeyler çok iyiye gidiyor olamaz. İnsanın bütünlüğünde de böyledir, toplumun bütünlüğünde de. Düşünce ufkumda bazı meseleleri görüyorum; fakat içine giremiyorum, kuşatma gayretlerim yeterli olmuyor..."
ÖZEL ZORLUKLAR - AHMET SELİM
Ortalama memur ve işçi aylığını esas alarak, mevcut “ev, evlenme, geçim” ortamını düşünürsek hayat kolaylaştı mı zorlaştı mı? Mukayesenin somut ölçüsü bence bu olmalı.
Bir yanda “gelir”, bir yanda “geçim” şartları.
Önce geçim şartlarına bakalım:
Bizim çocukluğumuzun geçtiği evde şimdi kimse oturmaz, oturamaz. Bizim o evimizin eşyaları artık geçersiz. Şimdi oturma odası, yatak odası, salon, mutfak; asgari bir eşya harcamasını gerektirir ki, bu önemli bir meblağ tutar. Babadan kalma bir evimiz yoksa, ortalama bir memur ve işçi aylığı ancak kirayı elektrik-su-doğalgaz harcamalarını karşılar.
Çalışan bir erkek ve kız, önce nasıl evlenecek? Evlendikten sonra nasıl üç çocuk sahibi olup yetiştirecek? Ortalamayı düşündüğümüze göre bu gençlerin, ortalama okullardan ve branşlardan geçtiğini ve ortalama işlerde çalıştığını varsayıyoruz. Ne kazanacakları bellidir. Ne yapacaklar, neyi nasıl yapmalıdır bunlar?
Evlenme ve eşya alımı için bir şeyler biriktirmeleri lâzım. Bu, yılları gerektirir. Genellikle de borçlanmadan olmaz. Ortalama bir gelirle, ortalama bir evde ortalama bir hayat sürdürmeye çalışacaklar. Kira, borç taksitleri, aidat, elektrik-su-doğalgaz-telefon, giyim kuşam, yeme içme... Nasıl çocuk sahibi olacaklar? Anneleri babaları yardım edecek durumda olmayabilirler, hatta yardıma muhtaç da olabilirler. Onları yok saymak durumundayız. Bir çocukları doğsa, ikisi de çalıştıklarına göre ona kim bakacak? Annesi işine onu da mı götürecek? Bir bakıcı mı bulacaklar?
Bu ortalama projeksiyondan bir olabilirlik tablosu çıkmaz. Biz dört kardeştik babamız çalışıyordu, annemiz de bizi büyütüp yetiştiriyordu. Bunu sağlamak şimdi mümkün mü? Değil. Terslik burada. Dekorun değişmesi çok fazla bir şey ifade etmiyor. Ve ben bu türlü paradoksları çözemiyorum. “Bugün hayat daha zor” sonucuna varmaktan kurtulamıyorum.
Ekonomik gösterge rakamları elbette ki çok farklı. Millî gelir artışı ortada. Peki niçin hayat birçok açıdan zorlaşıyor?
Şimdi iyi iş bulma imkânı verecek iyi bir eğitim alabilmek için, anaokulundan başlayarak özel okullarda okumak gerekir. Devlet okullarında okuyan ortalama bir öğrencinin böyle bir şansı yok. Aslında devlet okullarına giden ve ortalama seviyenin üstünde olan öğrencinin de böyle bir şansı yok. Öyle sanıyorum ki, yakın geçmişin tanınmış devlet adamları bugün yaşasaydılar ve şimdiki devlet okullarında okusaydılar bir şey olamazlardı. Ben şu satırları yazarken TV’de ünlü köşe yazarlarından biri konuşuyordu ve “vasî” yerine “vâsi” diyordu. Bunu neyle izah edeceğiz? İyi eğitim aldıklarını varsaydıklarımız içinde de böyle bir durum var. Bazı değerlendirmeler yapmakta cidden büyük zorluklarla karşı karşıyayız. Bizim lise çağında yapmayacağımız Türkçe hatalarını şimdi ünlü aydınlarımız yapıyor. Bu hatalar o kadar çok ki; notlar alıyorum, sonra bıkıp vazgeçiyorum. Bu kadar geliştik de biz Türkçeyi niçin öğretemiyoruz?
Bir yerlerde atlamalarımız var. “Bazı şeyler iyiye gidiyor, bazı şeyler kötüye” gibi görünüyor. Ama bu tatmin edici bir tesbit değil. Bütünlüğün bileşkesine bakmak ve onu doğru okumak gerekir. Düşüncenin aslî konusu da bu olmalı. Bazı şeyler “çok iyiye” gidiyorsa, bazı şeyler” çok kötüye” gidemez. Bazı şeyler çok kötüye gidiyorsa da, bazı şeyler çok iyiye gidiyor olamaz. İnsanın bütünlüğünde de böyledir, toplumun bütünlüğünde de. Düşünce ufkumda bazı meseleleri görüyorum; fakat içine giremiyorum, kuşatma gayretlerim yeterli olmuyor. Bazen “belki benim sınırım burasıdır” deyip tevekkülle ve umutla bakmaya devam ediyorum. Bizim zamanımızın, bizim dünyamızın, bizim ülkemizin özel zorlukları var.
Zaman - 11 Ağustos 2013 - Ahmet Selim
(ARŞİVDEN)
SÖZ ORTAMI - Ahmet SELİM
'Fikri sıkıntı'
"Demokrasi bir meşruiyet ortamıdır. Bu ortam, karşılıklı gayr-i meşruluk suçlamalarıyla doldurulursa demokrasi nasıl işleyecek?
...İnsanlarımız konuşmayı ve yazmayı mı unuttu? Hayır, başka bir arıza var. Demokrasiyi zaafa uğratan ciddi bir "fikrî sıkıntı" bahis konusu. Normal şartlarda "söz ortamı" bu kadar bozulamaz.. "
----------------------------------
"SÖZ ORTAMI
Vaktiyle yaşadığımız sağ-sol kavgasının asıl sebebi neydi? Bir tarafın bir kısmı, bütün solcuları komünist gibi görüyordu; öbür tarafın bir kısmı ise, bütün milliyetçileri faşist olarak görüyordu. Bu yanlış genellemeyi yapanların sayısı gitgide yükseliyordu.
Oyunlar falan sonra gelir. Ortamı elverişli kılan bu yanlışlardı.
Benzetme yapmaktan, başıyla sonuyla her şeyiyle benzetme yaptığım sanılacak diye, oldum olası çekinmişimdir. Halbuki kastım bir sebep-sonuç ilişkisinin özünü işaretlemek, tezahür biçimlerini ve unsurlarını değil.
Şimdi muhalefetin önemli bir kısmı iktidarı gayr-i meşru hedefler peşinde olmakla itham ediyor; iktidar partisini tutanların bir kısmı da muhalefeti darbecilikle suçluyor. Bunun belirtilerini de en çok köşe yazarları arasındaki polemiklerde görüyoruz.
Karşılıklı suçlama normal bir demokratik ortam değil. Bu yüzden de böyle bir ortamda bazı meseleler çözülemez. Gider gider, bir yerde tıkanıp kalır. Karşılıklı suçlama, eleştiri değil itham ve suçlama, hem sinirleri gerer, hem üslubu bozar, hem de seviyeyi düşürür. Taraflar pek düşünmeden konuşmaya başlar ve zamanla buna alışır. Medya da bunu körüklerse çok can sıkıcı bir kısır döngü oluşur.
Demokrasi bir meşruiyet ortamıdır. Bu ortam, karşılıklı gayr-i meşruluk suçlamalarıyla doldurulursa demokrasi nasıl işleyecek? Muhalefete göre iktidar, iktidara göre muhalefet gayr-i meşru ise; meşru mücadelenin eleştirilerini de özeleştirilerini de göremezsiniz.
Gayr-i meşruluk ithamı öfke ve tepki doğuruyor, aynıyla mukabele ve genellemeye gitme psikolojisini besliyor. Bu kısır döngü öylece devam edip gidiyor.
Genel hatlar böyle olunca, samimi eleştirilerin de arada kaynayıp gitmesi tabii ki engellenemez.
CHP açısından bakalım:
Sen sürekli olarak "bunlar diktaya gidecek, gerici rejim getirecek" diye bağırıp durursan; başarısız bile olsa bu iktidar kazanmaya devam eder. Hiçbir karşılık vermelerine de lüzum yok. "İftira ediyorlar" desinler yeter. İktidarın alması gereken ciddi eleştiriler de havada kalır. Zaten doğamaz, nadiren doğsa da havada kalır.
Muhalefetin içinde darbeci zihniyet taşıyan kimseler tabii ki vardır. Ama hepsi de darbeci değildir ve olamaz. Fakat, gayr-i meşruluk ithamına maruz kalan iktidar asabiyete kapılıp bu defa kendi "mukabil genelleme"sini yapıyor.
Böyle bir ortamda demokrasi geliştirilebilir mi, sağlıklı düşünce ve çözüm üretimi yapılabilir mi?
Söylenen sözlere bakın...
Siyasete girmiş koskoca bir anayasa profesörü ordu için "kâğıttan kaplan" diyebiliyor. Bir köşe yazarı Doğu-Güneydoğu için çanak anten falan lakırdılarını kullanabiliyor. Müjdat Gezen başka bir saçmalama sergiliyor. Oktay Ekşi'nin yazdığı cümle unutulmaz...
Nasıl şey bu? İnsanlar "ağzından çıkanı kulağı duymaz, elinden çıkanı gözü görmez" hale mi geldi? Ben böyle bir dönem hatırlamıyorum ve endişe duymaktan kendimi alamıyorum.
Seçimlere yaklaşıyoruz. Şimdiden böyle bir halde isek, seçim heyecanlarında kim bilir neler söylenip yazılacak?
Bazı insanlar "ağzımdan kaçtı, nasıl oldu anlamadım" der. Peki, o türlü sözlerden oluşmuş bir demeç ve yazı düşünülebilir mi? Kontrol mekanizmalarımız tamamen mi çöktü?
... Söz önemlidir. Bir münasebetsiz söz, insanın aile hayatını, meslek hayatını, köklü bir dostluğunu bitirebilir. Zırva tevil götürmez ve her söz özür kaldırmaz. O tehlike sınırına yaklaştığımız zaman psikolojimizi ve melekelerimizi hemen kontrol etmeliyiz. Her hata telafi edilemez. İnsanın içinde olmayan dışarı çıkmaz. Bin tane özür bile o şeyin senin içinde olduğu gerçeğini değiştirmez. Sarhoş dahi olsan, o gerçek değişmez. Zaten söz, öze delaleti sebebiyle önemlidir; özdeki karşılığı sebebiyle önemlidir.
İnsanlarımız konuşmayı ve yazmayı mı unuttu? Hayır, başka bir arıza var. Demokrasiyi zaafa uğratan ciddi bir "fikrî sıkıntı" bahis konusu. Normal şartlarda "söz ortamı" bu kadar bozulamaz..
Zaman - 10 Şubat 2013