"DEMOKRASİ SORGULANMALI MI?"
27/08/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 2239 |    Ters Dizgi

EMRAH AKKURT - DEMOKRASİ SORGULANMALI MI?
"Halihazırdaki sorunlarımızın menşei yeterince demokrat olmamamız değil, siyasetin haddinden fazla hayatımızı işgal etmesi olabilir. Belki de daha çok siyaset yerine daha az siyasete ihtiyacımız vardır. Düşünmek lazım. "
--------------------
DEMOKRASİ SORGULANMALI MI? - EMRAH AKKURT
Mısır’daki darbe karşıtı gösterilere Mısır ordusunun ikinci müdahalesinden sonra Başbakan’ın “… samimi adımlar atılmazsa, artık demokrasi dünyada sorgulanmaya başlanacaktır.” mealindeki demeciyle birlikte “Demokrasi sorgulanmalı mı?” sorusunu epeyce sık işitir olduk.

Fakat bu soruyla birlikte başlayan tartışma, “Batı’nın İslam coğrafyalarına demokrasi vaadiyle kaos getirdiği, bu topraklardaki istikrarın Batı’nın çıkarlarıyla ters düştüğü” ya da “demokrasi sorgulanmalı mı sorusunun İslamcıların tedricen demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik planının parçası olduğu” yönündeki komplo teorilerinin ekseninde bir fasit daireye hapsoldu.

Tartışmayı bir adım öteye götürmeye gayret edeceğim. Demokrasinin genetik kodları onun İslam coğrafyasında yeşermesine mani mi olmaktadır, ya da demokrasi bu coğrafyalarda sorunlu bir görüntü arz ederken dünyanın geri kalanında, buna Batı dünyası ve Anglo-Sakson ülkeleri de dahil, her şey güllük gülistanlık mıdır? Bu sorulara vereceğim cevap “Hayır” olacaktır. Demokrasi mükemmel, kusursuz, iman edilecek ve siyasi olgunluğun nihai mertebesi olarak görebileceğimiz bir siyasi rejim değildir. Bunu ispatlayacak tarihsel ve teorik kanıtlara sahip değiliz. Bunun yanında, demokrasinin, değişik yaşam biçimlerinin birbirlerini yok etmeden barış içinde bir arada var olmalarını ve kötü yönetimlerden barışçıl ve asgari bir maliyetle kurtulmayı mümkün kıldığı için insanoğlunun şu ana kadar keşfettiği en iyi yönetim biçimi olduğunu, bu imkanları mümkün kıldığı ölçüde ve müddetçe de tercih edilmeye layık bir siyasi rejim olarak varlığını muhafaza edeceğini söyleyebiliriz.

Fakat, son dönem dünya siyasetine baktığımızda demokrasilerin -sadece İslam coğrafyasındaki sorunlu demokrasi teşebbüsleri değil, köklü bir demokrasi geleneğine sahip olan ülkeler de dahil- halihazırda bir krize doğru sürüklendiğini; demokrasilerin bizzat yarattığı “halk iradesinin mutlak egemenliği” ve “parlamentoların sınırlanmaları imkansız bir güç haline gelmeleri” gibi realitelerin sağlıklı bir demokrasinin üzerine bina edildiği “sınırlı ve sorumlu iktidar” ve “hukukun üstünlüğü” gibi değerleri tahrip ettiğini gözlemlemek mümkün. Nitekim, The Guardian’ın Avrupa editörü Ian Traynor 14 Ağustos günü yayımlanan yazısında buna dikkat çekiyor ve Avrupa siyasetinde “demokratik yöntemlerle seçilmiş güçlü, popülist liderlerin devlet iktidarını gitgide daha fazla domine ettiği, muhalefeti şeytan gibi gösterdiği, medyayı ehlileştirdiğinden” söz ediyor ve; Rusya’da Vladimir Putin, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Romanya’da Victor Ponta, Çek Cumhuriyeti’nde Milos Zeman ve Macaristan’da Victor Orban liderliğindeki hükümetlerin bu açıdan benzer çizgide olduklarının altını çiziyor. Bu gelişmelerin ışığında, önümüzdeki yıllarda; hukukun üstünlüğü, insan hakları, hürriyet, adalet, tarafsızlık gibi olgularda tahribatlar yaratan seçilmiş hükümetlere karşı cereyan eden tepkilerin, meşruluğu ispatlanmış evrensel değerlerle uzlaşacak, demokrasinin alternatifi siyasi rejimler arama şeklinde bir netice doğurmasını beklemek uzak bir ihtimal olmayacaktır.

DEMOKRASİ ÇOĞUNLUK YÖNETİMİ MİDİR?

Demokrasi kendi başına bir değer değildir. Demokrasiyi kurmaktan ve güçlendirmekten söz ederken korumaya yöneldiğimiz asıl değer özgürlüktür. Bununla birlikte, demokrasi tarihi, çoğunluk iradesinin temsilcilerinin özgürlükleri tahrip etmesinin onlarca örneğiyle doludur. Demokrasinin çoğunluk iradesine dayandırılması nosyonunun, günden güne, halkın akla gelen her konuda söz sahibi olması, bunun önüne hiçbir engel konulmaması gerektiği şeklinde yorumlandığını görebiliriz. İşin ilginç tarafı, muhalefette olan bir parti, iktidar partisini bu hezimetle yerden yere vururken; iktidar partisi de muhalefette olduğu dönemde aynı şeyi yaptığını unutmaktadır. Hal böyle olunca da demokrasi, zinde kuvvetlerin ülkeyi kendi değer yargıları istikametinde sürüklediği bir siyasi sistem haline gelmektedir.

Demokrasilerde meşruluğun kaynaklarından biri kuşkusuz ki halkın rızasıdır. Fakat demokrasiyi tercih edilir bir sistem kılan halkın inanç ve görüşlerinin herhangi bir kesintiye uğramadan olduğu gibi siyasi sisteme yansıması değildir. Önemli olan farklılıkların muhafaza ve bir arada yaşama imkanlarının tesis edildiği bir düzen bina etmektir. Bu da, devletin sınırlı ve sorumlu olması ile, “sınırlı ve sorumlu devlet” de hukukun egemenliğinin kurumsallaşması ile mümkün olacaktır. Yani demokrasiyi bir çoğunluk yönetimi değil de, hak ve özgürlüklerin kurumsallaşması olarak kavramak cari problemlerimizin büyük bir bölümünün ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde, ki Türkiye de bu yoldadır, azınlıkta kalan görüş ve o görüşü savunanların sindirilmesi, hatta egemen kesim lehine toptan bastırılmasının yolu açılacaktır ki, bu da otokratın seçimle işbaşına geldiği bir diktanın yolunu açacaktır.

Demokrasilerde siyasi iktidarlar toplumu çağdaşlaştırmaya kalkışamayacağı gibi, adam etmeye, ahlaklı bireylerden müteşekkil bir bütün haline getirmeye de kalkışamaz. Fakat, mutlak kuvvete sahip olduğu kanaatine varan iktidar sahipleri zamanla kendi fikirlerini paylaşmayan kalabalıkların da tıpkı kendileri gibi “doğru fikirler”in rehberliğinde bir hayat sürmeleri gerektiğine kani olup kendilerine emanet edilen kuvvet ve imkanları bu projelerini hayata geçirmek için kullanabilirler. Ancak bireyler böylesi bir total projeye aynı tepkiyi vermeyecektir. Kimi korkacak, sinecek; kimisi ise isyan edecek direnecektir. Direnenler olduğu müddetçe siyasi iktidar daha da radikalleşecek, ceberrutlaşacak, kitleler üzerindeki baskısını artıracak ve korku toplumu olma güzergahına sapılacaktır.

Fakat kaderin bizi buna mahkum ettiğini ve tarihsel evrimin zorunlu olarak bu neticeyi doğuracağını da söyleyemeyiz. Demokrasinin tanımı, siyasi iktidarın sınırları ve sorumluluğu, hukukun kayıtsız şartsız üstünlüğü üzerine süratli bir konsensüse varabilir ve siyaset vasıtasıyla karara bağlanan süreçleri asgariye indirebiliriz. Halihazırdaki sorunlarımızın menşei yeterince demokrat olmamamız değil, siyasetin haddinden fazla hayatımızı işgal etmesi olabilir. Belki de daha çok siyaset yerine daha az siyasete ihtiyacımız vardır. Düşünmek lazım.
Emrah AKKURT - Yayıncı - Zaman - 23 Ağustos 2013
Musa ÖrnekAugust 27, 2013, 6:24
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi