İSLAM'IN HASTALIĞI ENTEGRİZM
Adnan Çelik
Tunuslu yazar ve şair Abdelwahab Meddeb, İslamın Hastalığı adlı kitabında 11 Eylül 2001 tarihinde ABD"deki İkiz kuleler ve Pentagon"a yapılan saldırıların ardından adı radikalizm, fundementalizm ve terörizm ile anılmaya başlanan İslam dininin içindeki çelişkilerin temel kaynağını oluşturduğunu düşündüğü entegrizm hastalığını eleştirir.
Yazar islamın ta ilk dönemlerinden başlayarak ortaya çıkardığı entegrizm şeceresini günümüzde yaşanan İslam yozlaşmasının temeli olarak görür. Ona göre adı bir dönemler hoşgörü, farklılık, çoğulculuk vb. kavramlarla anılan mükemmel İslam dini günümüzde entegrizmin kaba ideolojisine hapsedilmiştir. Yazar, islamın yayılmasının ilk dönemlerinden itibaren kendi içinde alttan alta yükselen bir entegrist hareket gözlemler ve bu fraksiyonun tarihsel süreçteki gelişimini izleyerek en son Suudi Arabistan"da yaşanan vahhabilik ve bunun düşünsel temelleri üzerinden yükselen El-kaide örgütüne kadar sürdürür izini.
Yazar İslam kültürü içinde iki farklı kültür çizgisi olduğunu belirtiyor. Bunlardan birincisi Ebu Nuvas, İbn Arabi vb. tarafından geliştirilen yaşam sevgisi, çoğulculuk, hoşgörü ve hazcılık üzerine kurulan gelenek, diğeri ise islamın hastalığını oluşturan entegrizmdir. Yazara göre bu ikinci çizgi Ahmet Bin Hanbel, İbn Teymiye; Mevdudi, Seyyid Kutup, Vahabiler ve Usame Bin Ladin gibi isimlerin üzerinden sürdürülüyor.
Yazar kitabının giriş kısmında metne ilişkin birtakım ön bilgilendirmelerde bulunur. Bunlardan birisinde, kitabın adındaki “hastalık” kavramını anlamsal olarak temellendirir. Aydınlanma filozofu Voltaire"nin Hoşgörü Üzerine adlı metninden hareketle bir hastalık kavramsallaştırımına giden yazar, Voltaire"nin adı anılan kitabında Protestanların Paris"te ve taşrada katledildiği Saint-Barthelemy gününden (24 Ağustos 1572) itibaren Katolik fanatizminin yol açtığı hunharlıkların Hıristiyanlıktaki hastalığın başlangıcı olmasındaki gibi islamın hastalığının da entegrizmle başladığını iddia eder.
Yazarın kitabın girişinde belirttiği bir diğer önemli ayrıntı da metnin tamamına yayılan eleştiri bilincinin “dışarı”dan ziyade “içeri”ye yani “kendi kapısının önünün temizleneceği”ne yönelik yöntem iddiasıdır. Yazara göre islamın günümüzde yaşadığı bunalımı kavramak için bu içeriden eleştiri-özeleştiri yöntemi oldukça gereklidir. Çünkü der yazar, günümüzdeki İslam toplumlarında yapılan bütün çözümlemelerin hep bir öteki üzerinden yapılması bizim toplumsal olarak kendi içsel çelişkilerimizdeki ayrıntıları gizler ve hatta gün geçtikçe bizi kendi gerçek tarihimizdeki çözüm olanaklarına yabancılaştırır.
Bu yüzden eğer islamın yaşadığı sıkıntıları anlamak istiyorsak herkes “kendi kapısının önünün temizlemekle” uğraşmalıdır. Yazarın bu tutumu ilk başta her ne kadar cesur ve tabu yıkıcı bir eğilim olarak görülse de aslında son kertede indirgemecidir. Çünkü islamın bunalımına yönelik bir çözümleme çabası bu bunalımın kökenlerini ne sadece “dışarı”ya yüklemekle; ne de sadece “içeri”ye yüklemekle mümkün olur. Çözüm ancak bu içerisi ve dışarısı arasındaki değişken ve birbirlerini besleyici ilişkinin karmaşık yapısının çözümlenmesiyle mümkün olabilir.
Nitekim yazar islamın temel hastalığı olarak gördüğü entegrizmin kökenlerine inerek onun günümüze kadarki gelişim sürecini yorumlamada da yine aynı yanılsamadan hareketle belki vardığı sonuçlar bağlamında doğru; ama sürecin gelişim dinamikleri bağlamında da yanlış bir sonuca varmaktadır. Çünkü entegrizmi meydana getiren temel nedenler yazarın eserinde dillendirdiği gibi sadece iç kaynaklı değil; aksine büyük bir ölçüde dış kaynaklıdır.
Entegrizmin genelde Haçlı Seferleri"nden sonra daha da radikalize olarak günümüze ulaştığında adeta bir korku makinasına dönüşmesi olayın dışsal kaynaklı etkisini apaçık göstermektedir.
Meddeb, 11 Eylül olaylarının faili olarak terredütsüz bir şekilde Usame Bin Ladin"nin El-Kaidesi"ni görür ve bu “terörizmin” kaynağında da entegrizm hastalığının doruk noktası olarak yaşandığı vahhabilik öğretisinin düşünsel temellerine yönelik ipuçları tespit eder.
Ama yazarın kendisi vahabiliğin yaşandığı tek ülke olan Suudi Arabistan"ın küresel güç hiyerarşisinin tepesinde bulunan ABD"nin en temel müttefiki ve “terörist” El-Kaide örgütünün lideri Bin Ladin"nin de Afganistan"a gönderilip Ruslara karşı savaştığı soğuk savaş döneminde ABD"nin bir mücahidi olarak görüldüğünü bile bile entegrizmi hep bir içerideki çelişkiler toplamıyla yorumlama hastalığını sürdürür.
genelde Batının ve özelde ise ABD"nin Ortadoğu üzerindeki emperyalist siyasetinin bu entegrizmi radikal bir uç noktaya taşınmasındaki nedenselliği görmek istemez.
Yazar son bölümde ise İslam ile batı toplumları arasında bir uzlaşma temeli arar ve ona göre çözüm her iki tarafı da bağlayan çift yönlü bir gereklilik üzerine kurulabilir. İslamın entegrizm hastalığından kurtularak çoğulcu ve farklılıklara saygı duyan bir anlayışı kendi tarihinin tozlu sayfalarından bulup çıkarması ve Batının da oryantalist bir bakış açısıyla hep “öteki” olarak yorumladığı Islama biraz daha insancıl ve onu “özne” olarak algılayan bir bakış açısı kazanması.