Kısa Mısır Tarihi Ayşe Hür (Radikal)
O günlerde Fransız İhtilali’nin generali olan Napolyon Bonapart’ın 2 Temmuz 1798’de İskenderiye’yi, üç gün sonra da Kahire’yi ele geçirmesi sadece Osmanlı değil Arap tarihinde de bir dönüm noktası olmuştu. Bir yazarın dediği gibi “Napolyon, Doğu Prensesi’ni bin yıllık uykusundan uyandırmıştı.” Çünkü yanında sadece askerleri değil, çeşitli disiplinlerden bilim adamlarını, kütüphaneler dolusu kitapları, bilimsel bir laboratuvarı, matbaa gibi Batı icatlarını da getirmişti. Napolyon Mısır’da çok kısa kalmış ama 1801’de ayrılırken geride Avrupa kültürü ve 1789 Fransız İhtilali’nin düsturlarıyla tanışmış bir Mısır bırakmıştı.
Mısır, daha Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminden (1805-1849) itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerini en alt düzeye indirmiş, Batılılaşma projelerine hız vermişti. Kavalalı’nın ardıllarından Abbas Paşa, Osmanlılara karşı İngilizlerin desteğini almaya çalıştıysa da, kendisinden sonra gelen Said Paşa rotayı tam tersine çevirecek ve 1859’da Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps’e Süveyş kıstağı üzerinde bir kanal açma iznini verecekti. Bu olay, Mısır’ın kontrolünü Hindistan Yolu’nun güvencesi gören İngilizlerle Osmanlıların arasını açtı ancak kanalın yapımını önlemeye yetmedi. İnşaat sürerken Mısır’ın bozulan maliyesi yüzünden Kanal İdaresi, Fransa ve Britanya arasında paylaşıldı. 1869’da Süveyş Kanalı açıldıktan sonra Mısır tarihini yükselen Arap milliyetçiliği ile Fransa ve Britanya’nın başını çektiği Osmanlı aleyhtarı politikalar belirledi.
1882’de İngilizler Mısır’ı işgal etti, 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Mısır’da ‘Protektora’ (Himaye) denilen bir yönetim biçimine geçti. Yönetimde yerel paşalar vardı ama idare İngilizlerin denetimi altındaydı. İngilizler bu yerel idarecilerin eliyle yeni filizlenen Arap milliyetçiliğini bastırmaya çalışıyordu. Ancak savaş bittiğinde Arap milliyetçileri ‘derhal bağımsızlık!’ dedi. O sıralar İngilizlerin Mısır’daki olağanüstü yüksek yetkilisi olan Lord Allenby ipleri gevşek tutmayı akıl etti ve 28 Şubat 1922’de Mısır bağımsızlığını ilan etti. Tahta I. Fuad geçtiğinde Mısır, diğer Ortadoğu ülkelerine göre çok sorunsuz biçimde ulus-devletini kurmuş görünüyordu. Ancak durumun öyle olmadığı sonra ortaya çıkacaktı.
Yeni Efendiler sınıfı
Ülkedeki iyi okullardan mezun, iyi yetişmiş, şehirleşmiş, ancak kronikleşmiş ekonomik krizlerden büyük zararlar görmüş olan ‘Yeni Efendiler’ sınıfı ile Batı yanlısı toprak sahipleri arasındaki çatışmalar çok derindi. Çürümüş düzene, Batı yanlısı politik kültüre karşı şiddeti de kullanarak savaşmaya ant içmiş Yeni Efendiler, 1930’larda Genç Müslüman Erkekler Birliği, Genç Mısır Birliği, Müslüman Kardeşler (İhvan) gibi eğitimli gençlik örgütleri ve çeşitli entelektüel edebiyat hareketleriyle yeni bir karşı kültür oluşturmaya soyundu. Mısır’da yayımlanan çeşitli gazete ve dergiler, kitaplar Arap milliyetçiliğini tüm Arap dünyasına yaydı. Kahire, Beyrut, Şam, Bağdat gibi merkezler arasındaki kültürel işbirliği, atölye çalışmaları, seminerler, konferanslar, öğretmen ve öğrenciler, bilim adamları, gazeteciler, artistler, edebiyatçılar arasındaki ilişkiler aracılığıyla ortak bir Arap kültürünün oluşturulması süreci derinleşti.
Süveyş Kanalı’nın açılışının 80. yılında köprülerin altından çok sular akmıştı. Müsrif ve şımarık kral Faruk alabildiğine yıpranmış, 1950’de başlıca vaadi İngilizleri Kanal Bölgesi’nden çıkarmak olan Vafd Partisi iktidara gelmiş, Vafd’lı Başbakan Nahhas Paşa 1951 sonbaharında, 1936’dan beri geçerli olan Britanya-Mısır Dostluk Anlaşması’nı feshetmişti. Bunlar olurken bir yandan İsrail’deki Siyonist örgütler, bir yandan Mısır’daki Müslüman Kardeşler Kanal Bölgesi’ndeki İngiliz garnizonunu hedef almaya başlamıştı.
Kahire yanıyor!
İngilizlerle Mısırlılar arasında ilk ciddi çatışma 25 Ocak 1952 günü İsmailiye’de yaşandı. İngilizlerin polis karakolunu tanklarla kuşatmasıyla başlayan çatışmalarda 50 civarında Mısırlı polis hayatını kaybederken 80 kadarı da yaralandı, İngiliz birlikleri 200 polisi de esir aldı. Olayların ardından toplanan kabine Britanya ile olan diplomatik ilişkilerin derhal kesilmesi ve Kahire’de yaşayan İngiliz kolonisinden 80 kişinin tutuklanması kararını aldı.
İsmailiye olayının ertesi günü, 26 Ocak 1952’de Kahire’de sabahın erken saatlerinde tarihe ‘Kara Cumartesi’ olarak geçecek olaylar patlak verdi. Başkentteki Giza Üniversitesi avlusunda toplanan değişik ideolojik kimliklere mensup çok sayıda Mısırlı genç başbakanlık binasına doğru yürüyüşe geçmiş, Kral Faruk’un ikamet ettiği Abidin Sarayı’nın önünde toplanmış olan Müslüman Kardeşler ve El Ezher öğrencilerinden oluşan diğer grup ile birleşerek başbakanlık binası önünde sloganlar atmaya başlamıştı. Sayıları 15 bine ulaşan grup, Sosyal İşler Bakanı Abdülfettah Hasan’ın yaptığı ateşli balkon konuşmasının ardından İngilizler ve Kral Faruk aleyhinde sloganlar atarak kent merkezinde yürüyüşe geçti. Kendisine yönelik protestoların Kahire sokaklarında yükselmeye başladığı saatlerde Kral Faruk ikinci eşi Neriman’ın dünyaya getirdiği oğlu Ahmed Fuad’ın doğumu şerefine başkanlık sarayında büyük bir ziyafet vermekteydi.
İngilizlere ait ne kadar kurum ve işletme varsa hepsi protestocuların hedefindeydi. Bedia Gazinosu, Rivoli Sineması, Barclays Bankası, Metro Sineması, Ford Motor Company Sergi Salonu ve Shepherd Oteli bunların başında geliyordu. Bu binaların tahrip edilip, ateşe verilmesinin ardından sıra bu kez yine İngiliz mülkiyetinde olan uçak şirketi, bar, lokanta, tuhafiye ve gece kulüplerine gelmiş, pek çoğu yağmalanmıştı. Bunların imha edilmesinin sonrasında gittikçe kontrolünü yitiren kalabalıklar bu defa Kahire’de Fransızlar, İsviçreliler ve İtalyanlar gibi sayıca daha az olan yabancıların kabare, kafeterya ve otellerini gözlerine kestirmişti. İngilizlerin Turf Kulubü’nde dokuz İngiliz öldürülmüş, İsviçreli ünlü konfeksiyon mağazası Groppi ve Fransızların pastaneleri de yerle bir edilmiş, dükkânlarda satılan mallar sokaklara saçılmıştı.
Mısır polisi ve ordusu uzun bir bekleyişin ardından ancak akşam saatlerinde olaylara müdahale etti, çok sayıda kişiyi tutuklayarak kargaşa ortamını bastırmaya muvaffak oldu. Lakin Kahire birkaç saat içerisinde yangın yerine dönmüş, kent merkezindeki dükkân, kahvehane, lokanta, otel, tiyatro, sinema, silah ve otomobil galerisi, banka ve idari binaların yer aldığı 700 civarında yapı yakılıp yıkılmış, 26 kişi hayatını kaybetmiş, 552 kişi yaralanmıştı. Maddi hasar 3,5 milyon pound civarındaydı. Olayların bastırılmasından sonra Kral Faruk sıkıyönetim ilan etti ve Başbakan Nahhas’ı azletti. Ancak kimse tutuklanmadı. Kimine göre olayları Nahhas’ı tasfiye etmek için Kral Faruk organize etmişti. Kimine göre 1951’de Dostluk Antlaşması’nı iptal eden Başbakan Nahhas’tan intikam almak için İngilizler tarafından organize edilmişti. Kimine göre ise Müslüman Kardeşler çıkarmıştı. Sonuç olarak olaylara şahit olanların, gayet ustaca planlanmış dediği yağma ve yangının arkasında kimlerin olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi. (Bilmem ‘Kara Cumartesi’ ile İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlerde 6-7 Eylül 1955’te yaşananlara benzeyen yanlarını fark ettiniz mi?)
Hür Subaylar darbesi
‘Kara Cumartesi’den yedi ay sonra, 23 Temmuz 1952’de kendilerine ‘Hür Subaylar’ diyen bir grup radikal milliyetçi asker monarşi yönetimine son verdi. Kral Faruk hatıralarında “İktidarımı devirenler Müslüman Kardeşler, devrim subayları onların elinde bir maşadan ibaretti” diyecekti.
Hür Subaylar hareketinin perde arkasındaki karizmatik lideri Cemal Abdül Nasır, 1954’te iktidarı şahsen ele aldığında yaptığı konuşmada, Mısır’ın Osmanlılardan beri sürdürdüğü ‘Firavuncu’ izolasyon politikalarına son verdiğini açıkladıktan sonra olaylar çok hızlı gelişti.
Nasır, desteklerine karşılık Müslüman Kardeşler’e vaat ettiği beş bakanlığı vermeyince ilişkiler bozuldu ve örgüt 26 Ekim 1954’te İskenderiye’de halka hitap eden Nasır’a başarısız bir suikast girişiminde bulundu. Mısır, ABD’nin Sovyet etkisini sınırlamak için kendisine yakın Ortadoğu ülkelerine 1955’te kurdurduğu Bağdat Paktı’na dahil olmakta çekinceli davranınca ABD Dışişleri Bakanı Dulles tarafından Assuan Barajı’nın yapımı için Dünya Bankası’ndan verilen kredinin dondurulması ile tehdit edildi. Bu fırsatı kaçırmayan Sovyetler Birliği, barajın finansmanını üstlendi ve bölgeye yerleşti.
Ardından Nasır 1956’da Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi kararını aldı. Bu Batılı ülkelerin kabul edebileceği bir şey değildi. Nitekim İsrail, İngiltere ve Fransa Mısır’a karşı ortak harekâta geçtiler ve Sina Yarımadası’nı işgal ettiler. Bombardıman sürerken Nasır, “Camilerimiz yıkılıyor ama bazı Müslüman ülkelerden ses seda yok. Yanımızda olmayan Müslüman ve Arap ülkelere lanet! Nuri Said, Menderes bir gün kendi halkı tarafından asılacak. Emperyalistlere lânet!” diye bağırıyordu. 1957’de ABD ve SSCB’nin baskısıyla söz konusu işgal büyük ölçüde kaldırıldı. Gerçi Mısır Sina Yarımadası’nın bir kısmını hiçbir zaman geri alamadı ama Süveyş Kanalı’nın Mısır’ın elinde kalması Nasır’ı Arap milliyetçiliğinin yıldızı yapmaya yetti.
Birleşik Arap Cumhuriyeti
ABD ve Britanya desteğiyle ‘Ortadoğu’da Osmanlı’yı yeniden canlandırma’ hayali kuran DP’li Başbakan Adnan Menderes Suriye’yi Bağdat Paktı’na girmeye zorluyordu. Bu baskılardan bunalan Suriye, 1 Şubat 1958’de Mısır’la, Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşme kararı aldı. Haritalarda Suriye ve Mısır adları yerine ‘Güney Bölgesi’, ‘Kuzey Bölgesi’ yazıldı.
24 Şubat 1958’de Şam’a sürpriz bir ziyarette bulunan Nasır’ın ilk işi Suriye’nin başına, yakın adamı Abdülkerim Amir’i atamak oldu. Mısırlı generaller, Suriye ordusunun önemli noktalarına getirildi. Baas (1943’te Sünni Salah Bitar ve Ortodoks Mişel Eflak tarafından Şam’da kurulmuştu) dahil tüm siyasi partiler kapatıldı. Bu durum Baasçı subayların gururunu kırdı. Nasır’ın Suriye’de büyük bir toprak reformuna girişmesi, daha önce askerî darbeler sırasında büyük yaralar almış Suriyeli ayan sınıfını tedirgin ederken, işyerlerinin devletleştirilmesi Suriyeli iş çevrelerini korkuttu. Buna Nasır’ın millici politikalarına kızgın olan Batı ülkelerinin kışkırtmaları eklenince Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin suyu ısındı. 1961’de Baasçı subaylar birlik karşıtı bir ayaklanma başlattılar. Nasır önce duruma müdahale etmek istedi ama sonra Araplar arası kavgayı önlemek için Suriye ve Yemen’in birlikten çekilmesine izin verdi. Mısır bundan sonra da Birleşik Arap Cumhuriyeti adını kullanmaya devam etti.
1967’de İsrail’in galibiyeti ile biten Altı Gün Savaşı ile karizması zarar gören Nasır 28 Eylül 1970’te kalp krizinden öldü. Yerine geçen Enver Sedat’ın ilk işi Birleşik Arap Cumhuriyeti adını Mısır Arap Cumhuriyeti yapmak oldu ama Arapları birleştirme hevesinden vazgeçmedi. 1971’de Mısır, Libya, Sudan ve Tunus’un birleştiği ilan edildi. 1970’lerin ortalarında Libya ve Tunus birleşmeye çalıştı. ‘Araplar’ adına son büyük atak 1973’te Enver Sedat’ın Süveyş Kanalı çevresindeki toprakları ABD ve SSCB’nin baskıları sayesinde İsrail’den geri alması oldu. Ancak altı yıl sonra Sedat’ın İsrail’le barış anlaşması imzalaması, ABD ile ilişkileri sıkılaştırması ve ekonomik liberalizmi seçmesi milliyetçilik yanılsamasına son noktayı koydu. Milliyetçiliğin boşalttığı alanı Pan İslamcı ideoloji doldurmaya başladı...
Daha geniş bilgi için aşağıdaki sayfaya bakmanızı tavsiye ediyoruz... $2