[ yeni camii'de yaralı bir güvercin olmak ]
deneysel yalnızlık; sürgün izdüşüm...
"bu şehr-i stanbul ki, bi mislü bahâdır.
bir sengine yekpâre acem mülkü fedâdır"
// insanların şehri yoktur;
// şehrin insanları vardır...
// şehirleri teslim aldığını zannetmiştir insan
// şehir teslim almıştır onları oysa...
// ve;
biraz yalnızlık, biraz kalabalık olmaktır istanbul. yaşamayanların bilmediği, bilenlerin ancak yaşadığı ve yaşamak zorunda bırakıldığı bir istanbul'dur kalemin inceldikçe incelen, kağıda dökülen noktasında. size şarkılar söyleyeceğim; istanbulu anlatan yanlarımı deşifre edeceğim. sesimin güzelliğine değil, zaman zaman istanbul’un güzelliğine vurulacak, zaman zaman da acıyan yanlarına âh edecek; bir daha ve bir daha dinlemek isteyeceksiniz...
istanbulun kalabalık hülyâlarında, kaybedersiniz kendinizi zaman zaman. kaç köşe başında kaybolup, kaç köşe başında kendinizi bulduğunuzu bilemeyeceksiniz. 'hiç kimse' olup, köşe başlarının kaldırımlara karıştığı noktada, minarelerin göğü delen nidâları arasında, güvercinlerin İstanbul’un kubbelerine çarpan noktasında, derin bir âh çekip, bırakıverirsiniz kendinizi İstanbul’un kollarına. tıpkı bir ağıt gibi; İstanbul’un gözlerinin içine bakarak, dudaklarınıza dökülen ‘istanbul türküsü’nü tellendirirsiniz...
ben bir (h)iç
/ kimse'yim...
bir yanımda üşüten bir yalnızlık;
diğer yanımda
sesime karışmış yokluğun.
nedendir ki,
çığlıkların yankısıdır uzaklardan gelen.
sokaklarda bir gölgedir şair;
kendinden kaçak!
kafir bir gülümsemedir dudaklardan,
an be an dökülen.
/ hoyrat kalabalıklarda;
/ bir adın var senin, kirlenmemiş,
/ beyaz...
beyaz'dır düşleriniz, üşüten yalnızlığınız kadar âşikâr... değil sevinçlerinizi, hüzünlerinizi dahi kâr sayarsınız istanbulun üşüyen yanlarında. bir gölge olup istanbulun sokaklarında, yok'luğa karışan sesinizi ararsınız... alaycı, bütün hüzünleri inkâr eden kâfir gülümsemelerinizi bırakırsınız dalgaların koynuna lâkin; umursamazdır istanbul...
onun için düş'lerim,
en çok beyaza çalar LâL yalnızlığımda.
saatlerin adam yutan tiktakları arasında,
bir şehir bütün beyazlara inat,
en karanlık saatlerinde,
sokaklarında kendini o kadar kaybetmiştir.
/ sarhoş bir ağızda;
/ eski bir istanbul türküsü.
/ fahişe bir yatakta,
/ istanbul hatırası!...
bilinmedik hiç bir nakarat yoktur artık.
ve bütün şarkılar,
hep aynı buruk notayı sayıklamaktadır...
bu şehir,
âh bu şehir;
isyan bayrağını çekmiştir!
/ bütün fethedilmişliğine karşılık
/ bir o kadar esir olmuştur...
uskundur düşleriniz gecenin LâL noktasında ve bildiğiniz bütün şarkılar sanki hep aynı notayı tellendiriyor, aynı nakaratı seslendiriyor sanırsınız. bu şehirde, kaç değişik şarkı vardır ki söylenegelen ve sonu istanbulla bitmeyen?... bütün beyazlarını terk ederken karanlık saatlerine; bu şehir kendini kaybetmektedir sarhoş ağızlarda. birkaç fahişe yatağın kenarına iliştirilmiş kirli bir nefese isyan etmektedir istanbul. bildiği bütün nakaratları unutmak istercesine, yeniden ve bir daha yazılmak istercesine, isyan bayrağını burçlarına tekrar dikmektedir. “ben ki; fethe susamış şehir, fâtihimi tekrar özlemekteyim”...
bütün ümitlerim;
kirletilmiş fahişe bir şehrin,
yatak ucuna bırakılmış bozuk para gibidir artık.
umutlar;
serkeş bir rüzgara teslim,
beyaza çalarken LâL yalnızlığımın,
çıkmaz sokaklara dalan noktasında.
gözlerimde asi bir yalnızlık,
iki tarafı keskin bıçak;
/ ne yanımı dönsem hep bir yanım kanar
/ ve yine ne yanımı dönsem,
/ bir şair orada yanar...
istanbulda ne yalnız kalabiliyor insan ne tam kalabalık. iki tarafı keskin bir bıçak gibi; yani ne yanını dönsen bir yanın kanıyor. istanbulda güvercin olmak hiç zor değil, lâkin yaralı bir güvercin olmak çok zor. bütün çıkmaz sokaklar senin, bütün umutların bir o kadar gâib. ey âsitâne, bütün âsi yanlarımla, fâtihi özlemekteyim seninle beraber ve bilirim ki; bir fâtih doğarsa eğer, bin ulubatlı'nın doğuşunun da müjdecisi olacaktır...
düş'lerim;
kayıp gidiyor hiç kimse olduğum noktada.
bir şair var orada;
sokakların kıvrılıp gittiği noktada.
bir yanı hep kanar,
diğer yanı hep yanar...
/ LâL yalnızlık...
/ KâL yalnızlık...
hiç kimse'liğimin tescili istanbul. âsi yanlarımın deşifresi ve bir sevgili nasıl 'biricik'leştiriliyorsa, o kadar biricik istanbul. biraz içim kanıyorsa, biraz yaralıysa yüreğim; senin yaraların sebebiyledir. çünkü; ne kadar yaşarsan bir şehirde, o kadar çok o şehir olursun ve ben yaşadıkça istanbul, yaşadıkça yaralı bir güvercin oldum gökkubbenin beni saran noktasında. kıvrılıp gidiyor sokakların, bir mahzen gibi tıpkı. kalabalıklar sarıyor etrafımı. bilinmedik yüzlerin hâin bakışları altında, senin öldürülüşünü seyrediyorum ve sen ne kadar ölürsen; ben o kadar ölüyor, bir o kadar LâL oluyorum...
MUSTAFA NAZİF
27.ağustos.2007 - istanbul