Lester Young yaşıyor olsaydı 27 Ağustos Perşembe günü 100 yaşına basacaktı... Bugün dünya üzerinde yüz milyonlarca insan caz müziğini tutkuyla seviyorsa içimizde bu tutkuyu, ateşi yakan sembol müzisyenler içinde müzisyenliği, yaptıkları ve hayatıyla başlı başına özel bir figür olarak hiç şüphesiz ki en önemli, en dikkat çekici bir kaç isimden biridir Lester Young. Caz tarihi gerçekten çok önemli ve büyük isimlerle doludur ama bir daha başka bir Lester Young hiç kuşkusuz olmayacak. Bunları neden söyledik, çünkü 27 Ağustos 2009 Perşembe büyük müzisyen tam 100 yaşına basacaktı eğer halen yaşıyor olsaydı. Cazkolik ve birer cazsever olarak diyoruz ki; "İyi ki doğdunuz Mr. Pres"
Young’ın bu tarih için ne anlama geldiğini burada belki de tekrar anlatmaya gerek yok. Gerek kendi döneminin, gerekse de kendinden sonraki tüm dönemleri baştan sona etkilemiş, kendinden önceki dönemin tüm müzikal ve melodik yapısını yeniden biçimlendirip kendinden sonraki ‘cool’ döneminin yapı taşlarını döşemiş bir müzisyendir. Young’ın caz tarihi içinde üstlendiği liderlik onun kaderiydi belki de. İlk gençlik yıllarından itibaren sahnede eşlik ettiği Count Basie, Billie Holiday, Jazz at the Philharmonic Orchestra ve benzerleri gibi pek çok isme de etkileri olmuştur. 1950’li yıllardaki cool cazın neredeyse tüm tenor saksafoncuları, hatta trompetçileri, tromboncuları, piyanistleri, alto ve bariton saksafoncuları hepsi, tümü Lester Young’dan etkilenmişlerdir. Lester ‘Pres’ (President’den gelen kısaltma) Young’la 50’li yılların cool cazı, 40’lı yılların stili bebop’tan çok önce başladı. Cool caz, Lester’in eski Count Basie Orkestra’da üflediği soloyla başlar. “Song of the Island” ve “Clap Hands” ya da “Lady Be Good” adlı parçaları ya da hatta çok daha öncesini, Young’ın Fletcher Henderson Orchestra üyesi olduğu 1934 yılını örnek gösterebiliriz. Lester şöyle anlatır; “Bütün grup bana küfrediyordu. Hepsi Hawkins gibi çalmamı istiyordu. Oysa kendim gibi çalabilecekken ne diye bu isteği yerine getirecektim ki? Fletcher Henderson’ın karısı beni neredeyse delirtiyordu. Sabahın köründe uyandırıp bana Hawkins plakları çalıyordu ki onun gibi çalmayı öğreneyim diye ama ben kendim gibi çalmak istiyordum. Onu kırmamak için de sadece dinlemekle yetiniyordum.”
Kıvrak, yumuşak tonu, hızlı parçalarda hoş ve bağlayıcı, yavaşlarda hassas tarzı, anlatımcılıktaki çekingenliği, çok gerekli olmadıkça nüanslara yer vermeyişi ile içedönük bir lirik ustasıdır o. Caz tarihçisi ve eleştirmen Marshall W. Stearns, Lester Young’ı cazın Cezanne’ı (ünlü Fransız ressam) olarak tanımlar. Bu tanımı getirmekteki amacı sadece sanatsal anlamda değil, tarihsel konum olarak da anlatmaktır. Nasıl Cezanne modern resmi hazırlayan isimlerden biri idiyse Lester Young’da modern cazı hazırlayan isimlerdendir.
İnsan olarak Lester Young, hep onun gibi çalması istenen kendi kuşağının en az kendisi kadar önemli bir diğer büyük müzisyeni Coleman Hawkins nasıl basit, anlaşılır ve izlenebilir biri idiyse, Lester’da tam tersi her şey garip ve anlaşılmazdır. Ünlü caz yazarı, eleştirmen caz tarihçisi bir duayen olan Nat Hentoff şöyle anlatır; “Menajerlerinden birisi yanından ayrıldı, çünkü onunla konuşamıyordu.” Söz konusu şahıs şöyle der; “Onunla konuştum, verdiği cevap çring çrang ve ding dong gibi sesler çıkarmak oldu. Eğer bir deliyle konuşacaksım tımarhaneye giderim daha iyi diye düşündüm.
Böylesi bir figürü daha iyi anlamak için “Round Midnight” filmini seyreden okurlarımız filmin ana karakterinin nasıl da hemen Lester Young’la uyuştuğunu anımsayacaklardır. Zaten film Lester Young ile Bud Powell karışımı bir müzisyeni anlatmaktadır. Amerika’da ki yaşamından bir anlamda kaçarak Paris’e gelen sorunlarla dolu yaşamıyla başetmekte zorlanan ve sadece müziğine sığınabilen bir karakteri anlatan filmde ki Dale Turner rolünü ironik bir seçim olarak Dexter Gordon canlandırmıştır. Muhtemelen kendi kişiliğine de bu kadar uyduğu içindir kuşkusuz (ve bu rolüyle Oscar’a aday gösterildiğini de hatırlatalım). Filmde de Dale Turner zaman zaman anlamsız cümlelerle konuşan ve yaşadığı anın ötesinde, farklı bir evrende ve zaman diliminde yaşıyormuş izlenimi veren bir kişilikti.
Dönemin tüm dikkat çekici müzisyenlerinin çıkışa geçtiği anlar ve dönemler vardır, Lester Young’ın parladığı dönemde Count Basie’nin orkestrasında olmuştur ama kendi enteresan kişiliğine uygun olarak da Basie’nin bir albüm kaydını cuma gününe rastlayan ayın onüçünü denk getirmesine dayanamayıp grubu terkeden de yine odur.
Lester’ın kendine özel bir dili ve jargonu vardır, (filmden de hatırlayacağınız gibi) bu dile vakıf olmayan insanların anlamakta zorluk çektiği bir dildir bu. Şüphesiz ki caz literatürüne hiç kimse onun kadar çok sayıda kavram armağan etmemiştir. Tüm bir dönemi özetleyen ‘cool’ sözcüğünün patenti dahi Lester’a aittir. Yani bu anlamda sadece caz stilini değil adını da belirmeştir. Kadın meslektaşlarına ‘Lady’, kulüplerin şeflerine ‘Pres’ diye hitap ederdi. Ünlü yapımcı Norman Granz, Lester’ın bir süre yabancı bir dil konuşuyormuş gibi yaptığını anlatır; “Anlaşılmaz şeyler söylerdi ama ciddi bir ifadeyle ve kendinden emin halde konuşur dururdu.”
Lester’da James Joyce veya Baudelaire duyarlılığı vardı. Bir menajeri onu şöyle anlatır; “Kendi dünyasında yaşıyor. Bu dünyanın dışında kalanlar Pres’e göre yoktur. Yine de kendi dünyası mükemmel, yumuşak, dostça ve sevgi dolu bir dünyaydı.” Ünlü davulcu Joe Jones şunu ekler; “Bir insanı yaralayan her şey onu da yaralar.” Jones şöyle devam eder; “Lester’ın çaldığı yığınla müzikal cümle, gerçekte sözlerden başka şey değildi. Çalgısıyla kelimenin tam anlamıyla konuşurdu, onun konuşma tarzı buydu. Çaldığının yüzde seksenbeşinin neden bahsettiğini söyleyebilirim. Çaldığını dinleyerek düşüncelerini kağıda dökebilirim. Hatta Benny Goodman, Lester’in çaldığı bir cümleden yola çıkarak “I Want Some Money” (Biraz paraya ihtiyacım var) isimli parçayı bestelemişti. Lester aletiyle konuştuğu için şarkıcıları dinlemeyi severdi. Şöyle söyler; “Zamanımın büyük bölümünü şarkıcıların plaklarını dinleyerek ve çeşitli şarkıların metinlerini öğrenmeye çalışarak geçiririm.”
Lester Young bir melodi üzerine doğaçlama yaptığında, melodinin metnini doğrudan ve söz kullanmadan dinleyiciye aktarmaya çalışırdı. Bu yüzden en güzel sosolarından bazılarını bir şarkıcıya, Billy Holiday’e eşlik ederken çaldı. Tenor saksafonuyla doğaçlama yaptığında anlardınız ki, örneğin şunları anlatmaktadır; “New Orleans yakınlarında doğdum. 27 Ağustos 1909. On yaşına dek orada kaldım. Onüçüme kadar davul çaldım. Davulu toplama ve taşımaktan gına geldiği için bıraktım. Hep kızlara bakmak isterdim ama ben davulumu yerleştirene kadar hepsi gitmiş olurdu..... Count Basie’nin orkestrasını hep radyoda dinler ve bir tenor saksafoncuya ihtiyaçları olabileceğini düşünürdüm. Kansas City’de Reno Club’da çalıyorlardı. Hepsi ‘çılgın’dı, bütün grup harikaydı, bir tek şu tenor saksafoncu hariç. Zamanı geldi diye düşündüm ve Basie’ye telgraf çektim..... 1934’te Detroit’e Fletcher Henderson’a gittim. Henderson daha çok para teklif etti, Basie’de gidebileceğimi söyledi. Henderson ile sadece altı ay kaldım çünkü yapacak fazla işi yoktu sonra da Basie’ye geri döndüm, 1944’e kadar kaldım ve sonrada askere gittim.”
Nat Hentoff’a göre Lester Young’ın narin yapısında kırılma yaratan en önemli dönemlerden biridir askerlik dönemi. Askerlik Young’ı adeta paramparça etti. Bireyselliğini ve duyarlılığını öldürdü, yok etti. Askerlik sonrası tüm mesajı lirizm, iyilik ve birlik olan müzisyenden geriye fazla bir şey kalmadı.
Lester Young’a bezginlik veren bir başka husus ise bilerek ya da bilmeyerek kendi döneminin bütün tenor saksafoncularının onun gibi çalmalarıydı. İşin en kötüsü de Lester’ın kendinden daha iyi “Lester Young” çalan birinin, Paul Quinichette’in var olmasıydı. Ona “Lady Q” adını taktı. Bir keresinde sahneden inerken “Kendim gibi mi yoksa Lady Q gibi mi çalmam gerektiğini bilemiyorum, çünkü o tıpkı benim gibi çalıyor” diyordu.
Lester Young (tıpkı Round Midnight filminin sonu gibi) 1959 baharında Paris’in Blue Note adlı klubünde girdiği işten sonra, ölene dek, hemen hemen hep sarhoş yaşadı. Klüp müdürü Ben Benjamin şöyle anlatır; “Lester bende çaldığında çok hastaydı. Neredeyse bütün hislerini kaybetmiş biriydi. Fransız doktorlarla konuşamadığını söyleyerek ükesine dönmek istedi. Ülseri vardı ve fazla içiyordu. New York’a geldikten bir gün sonra, hayatının son yıllarını geçirdiği “Müzisyenler Kavşağı”ndaki Broadway 52. Cadde’deki Hotel Alvin’de öldü."
Ted Gioia yazdığı son yazısında Lester’dan bahsederken cazda ‘cool’ tanımının 30’ların sonlarında ve 40’larda telaffuz edilmeye başlanan bir kavram olduğundan bahseder ve ekler “Lester’ın önemi onun daha geniş ve çağdaş kültüre etki eden bir müzisyen olmasında yatar! Bir dönem Amerikalıların nasıl giyindiğine, nasıl göründüğüne dair şekil veren idollürden biri olmasıdır, o dönem modernizmi aslında bizler bu hiç de geleneksel olmayan saksafoncuyla birlikte şekillendirmiş olduk.”
Gioia’ya göre Lester’ın cazdaki etkisi bizatihi hayranlarının dahi fark ettiğinden çok daha büyük ve derinlemesine bir etkiydi.
Sevgili Cazkolik okurları, bu hafta bu büyük müzisyenin doğumunun 100. yıldönümünü kutluyoruz. Bunu yaparken de sadece burada yazarak değil hafta boyunca Lester Young’dan çalarak da 100. yaşını kutlayacağız.
İyi ki doğdunuz Mr. Pres!
Alıntı: $2 (2009)