ROCK N ROLL
15/12/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 7361 |    Ters Dizgi

Rock n roll



"Rock’la ilgili bilmeniz gereken bir şey varsa, o da onun kölelikle başladığıdır. Tarih kitapları size ayrıntıları verebilir; önemli olan rock’ın tamamen anormal bir olayla, on binlerce Afrikalı’nın yurtları ve kültürlerinden uzaklaşmaya zorlanması ve siyah beyazdan ne kadar farklıysa, bildiklerinden o kadar farklı olan yeni bir dünyaya aktarılmaları ile doğrudan ilişkisidir. Ailelerin parçalandığını da hesaba katın, farklı kabilelerden köleler aynı çiftliklerde bir araya konuldu ve tabi ki bu gönülsüz ziyaretçiler zincirlendi, kırbaçlandı, hapse atıldı ve yalnızca karın tokluğuna çok ağır işlerde çalışmak zorunda bırakıldı. Bu koşulların bu kıtada bir yüzyıldan çok daha uzun bir süre, en fazla 150 yıl öncesine kadar sürdüğünü aklınızda bulundurun.

Rock hiçbir zaman sadece bir müzik olmadı. Heavy metal ve blues, hard rock, new wawe ve diğerleri öncelikli olarak biçim ve türler olabilir, ancak rock’ın kategorileri olarak bütünlüğüne bir ekleme değildirler. Rock bir harekettir, bir yaşam biçimidir, bir kültürdür ve belki de bir ideolojidir. Bu bir gelenek, bazı yönlerden bir folklor, çoğu yönden bir inanç sistemidir. Ve rock bugünkü bütün varlığını tarihten küçük bir pencereye borçludur: iki yıl, üçten fazla değil, Amerikan popüler kültürünün iskeleti çöküp yeniden örüldüğünde yeni bir çağ başladı. " David N. Townsend’den, Changing the World: Rock’n’Roll Culture and Ideology (Dünyayı Değiştirmek: Rock’n’Roll Kültür ve İdeolojisi)

Metinde sözü edilen kölelik dönemi sırasında Siyahlar, Beyazlar’dan aldıkları bazı ruhsal temaların üzerine, kendi coşkularını eklemişlerdir. Dinsel törenleri esnasındaki dans ve ritimleri başlangıçta sadece Amerika’da yayılmışken, daha sonraları sınırları da aşmıştır. Amerika’da oluşan folk müziğine çeşitli enstrümanların da katılmasıyla pop müziğinin temelleri atılmıştır. İlk pop yıldız olarak tanımlanan Jimmie Rodgers’ın, blues’dan çaldıklarıyla country dediğimiz müzik tarzı da oluşumunu başlatmıştır.

Blues için Bakunin’in tanımladığı şekliyle, “ebedi ve ezeli başkaldıran, ilk özgür düşünen Şeytan’ın müziği” diyorlar.

Blues’un babası olarak bilinen Blind Lemon Jefferson’ın ilk plâğı basılmış, hemen hemen tüm blues ve rock müzisyenleri Jefferson’dan etkilenmişlerdir.

Blind Lemon Jefferson



1897 doğumlu Jefferson’ın 80 adet plağı bulunduğu söylenir. Lakabından da anlaşılacağı üzere doğuştan görme özürlüdür. Kariyerine genelevlerde gitar çalarak başlar ve daha sonra bir ozan misali şehir şehir dolaşır. Jefferson Airplane’in isim babası olan ve tarzını da oldukça etkileyen Lemon Jefferson, pek çok grup ve müzisyene ilham olmuştur. Öncü olduğundan mıdır, ilk olduğundan mıdır, yeteneğinden midir, bilinmez sadece kendi bestelerini çalmıştır. 10 senelik genelev ve sokak müzisyenliğinden sonra 1920’de bir yetenek avcısı tarafından keşfedilmiştir ve profesyonel müzik kariyeri sadece 9 sene sürmüştür.



Roberth Johnson

Rock’n’Roll için bir teknik tanım yapacak olursak, ragtime, blues, boogie, country, gospel ve özellikle rhythm and blues harmanı diyebiliriz. Elektrikli gitar işin içine girmezse tarihteki ilk rocker müzisyen olarak da Robert Johnson’ı gösterebiliriz.



Johnson, blues’un yedi kralından biri olarak gösterilir. Efsane bir gitaristtir. Bir süre İstanbul’da da yaşamıştır ve bilinen bir efsane olan dört yolun göbeğinde ruhunu şeytana satıp olağanüstü bir gitarist olma hikâyesi aslında Johnson’ın hikâyesidir.

Coen Kardeşler’in “O Brother, Where Art Thou” adındaki Odysseia’dan esinlenerek senaryosunu yazıp yönettikleri filmde rastlarız Johnson’a. Oradaki adı Tommy Johnson’dır. Kahramanlarımız ıssızlığın ortasında bir dört yolda arabalarına bir Siyahi alırlar ve onunla sohbete başlarlar. İşte burada Tommy’nin anlattığı hikâye Johnson’ın Crossroads şarkısında anlattığıdır. Crossroads sayısız isim tarafından cover’lanır, pek çok filmde de karşımıza çıkar. Aynı hikâyeyi Supernatural dizisinde Dean ve Sam kardeşlerin annelerinin katili olan sarıgözlü şeytanı ararken anlaşma yapmak üzere gittikleri dört yolda görürüz. İlk olarak seneler öncesine döneriz ve Johnson’ın hikâyesini izleriz, sonra da günümüze geliriz çünkü şeytan yüzlerce yıl boyunca o yolda durmuş ve insanlarla anlaşmalar yapmıştır.



T. Bone Walker

Robert Johnson’ı elbette aslında blues sahiplenir ama elektrogitarla rock’n’roll’un başladığını varsayacaksak karşımıza T. Bone Walker çıkar.

Rolling Stone’un 2003’te yaptığı tüm zamanların en iyi 100 gitaristi listesinde de 47. sırada yer alır. 2011’de yeniden düzenlenen bu listede 67. sıraya gerilemiştir. Elbette tüm zamanların en önemli gitaristlerinden biridir. Walker, kendinden sonraki gitaristleri fazlasıyla etkilemiştir, hatta blues ve rock’n’roll arası bir köprü görevi görmüştür diyebiliriz.

T. Bone Walker müziğe blues’un babası Blind Lemon Jefferson sebebiyle başlamıştır. Kendisi daha çok küçük yaşlardeyken bir aile dostu olan Jefferson Amca bazı akşamlar evlerine yemeğe gelmektedir ve Walker onun müziğinden etkilenerek 10 yaşına geldiğinde okulu bırakıp, Jefferson amcası gibi sokak sokak dolaşarak müzik yapmaya başlamıştır.

Jimi Hendrix’in dişleriyle gitar çalması da T. Bone Walker taklididir. Elbette Hendrix ile bilindi ve meşhur oldu bu hareket.

İçlerinde Chuck Berry ve B.B.King’in de bulunduğu pek çok müzisyenin eline gitar alma sebebidir Walker. Özellikle Call It Storm Monday şarkısı bilinir üstadın.



Rock’n’Roll’un müzikal kökeni

1943-51 yılları arasında blues’a eklenen nefesli çalgılar ve piyano ile R&B yani Rhythm And Blues denen ve o dönem siyahların egemen olduğu müzik tarzı oluşmuştur. 1951’e gelene dek siyahların o coşkulu danslarına verdikleri isim olan rock’n’roll bu yıllardan sonra beyazlar tarafından müziğe konan ad olur.

Rock ve roll kelimeleri “sallamak” ve “kıvırmak” anlamlarına gelirler ki, bu aslında dans sırasındaki cinsel hazzı tercüme eder.

Bir müzik terimi ularak rock’n’roll’u kullanan da Alan Freed olur.

Alan Freed



Pek çok müzisyenin pazarlanması görevini üstlenen Alan Freed “Rock and Roll Party” adını verdiği radyo programında siyahlara ait olan Rhythm and Blues tarzındaki parçalara, bu ismi kullanmadan yer verir. Hem siyahilerin hem beyazların şarkılarının bir arada çalındığı ilk programdır bu. Yani rock’n’roll’un siyahlarla beyazları bir araya getirdiğini söylediğimizde bu mevzunun kökeni buraya kadar geliyor diyebiliriz. Radyo programından sonra konserler gelir.

1958 yılında Boston Arena’da bir sahne şovu sergiler Alan Freed ve bu etkinlikte izdiham yaşanır. İnsanları dizginlemeye çalışan polis epeyce sert davranır ve Alan Freed de bunu sahneden eleştirince “halkı polise karşı kışkırtmak” adı altında hakkında davalar açılır. Freed’in peşine önce savcılar takılır, bir sonuç elde edilemeyince bu kez vazife FBI’a verilir.

Bir etkinlikte yaşanan bu olay Freed’in gençlerin ve toplumun ahlakını bozduğu gerekçesine dek gelir. Elbette sonuç alınamaz ve sahte bir rüşvet skandalı patlar. Suçlamaya göre Freed rüşvet alarak radyo programında insanların plaklarını çalıyordur. İşte bu skandalla birlikte hem radyodan hem televizyon kanalından kovulur. 1962’de yapılan bu suçlamadan üç sene sonra evinde ölü bulunur. Ölüm sebebi aşırı alkoldür ve ciğerleri iflas etmiştir. Kalbi de buna dayanamayıp durmuştur. O yüzdendir ki Alan Freed için “kırık kalple öldü” denir.

Döneminde ırkçı grupların tehditlerine de, yaptırımlarına da boyun eğmemiş önemli bir isimdir Alan Freed. Hayatını anlatan bir de film vardır. 1999 yılında çekilen bu filmin adı “Mr. Rock n’ Roll: The Alan Freed Story”dir.

Fats Domino



Alan Freed’in radyo programının gözdesi de siyahi şarkıcı da Fats Domino’dur. Domino, beyazların listesinde yer alan ilk siyahidir. Esasında ne rock’n’roll müzisyenidir ne blues. Her iki türle de akraba denebilecek boogie woogie temsilcisidir kendisi. Biraz açarsak neşeli melodileriyle bilinen düzenli bass gitarlarla bezeli piyano olmazsa olmaz bir türdür boogie woogie.

Elbette bu Fats Domino’nun geniş yelpazesinden kaynaklanan bir durum ve kendisine blues, rock’n’roll hatta caz müzisyeni desek de yanlış sayılmaz. Domino’yla ilgili bilinen en ünlü olaylardan biri 2005 yılında olan Katrina Kasırgası’nda öldüğünün sanılması ve daha sonra kurtarıldığının anlaşılmasıdır. Kasırga olduğu sırada 77 yaşında olan Domino pek çok tanıdığının aksine bir yerlere gitmeyip, yataktan kalkamayacak durumda olan karısının yanında kalmayı tercih etmiştir. Hâlâ hayattadır ve müzik kariyerinin yanına bir de oyunculuğu eklemiştir. Üçüncü sezonunu oynamış olan, şahane dizi The Wire’ın ekibinin elinden çıkma bir diğer şahane dizi Treme’de bizzat kendisini oynamaktadır.



Rock’n’roll’a dönecek olursak, her ne kadar buna direnen güzel insanlar olsa da 50’li yılların başında ırksal tabular sebebiyle resmen ikiye bölünmüştür diyebiliriz. Bir yanda Elvis Presley, Buddy Holly, Eddie Cochran, Ricky Nelson, Gene Vincent, Carl Perkins ve Jerry Lee Lewis gibi müzisyenlerin dahil edilebileceği rockabilly; diğer yanda ise doğrudan blues kaynaklı, kompleks yapılı, ritimli ve rockabilliy’e nazaran fazlasıyla sert siyahi rock’n’roll’u vardı.

Müzikal yapıdaki bu bölünmeyi bir yana koyalım. 1954 yılına dek olan tür içindeki değişimleri, türe ad konmasını, ilk kimin neye Rock’n’Roll dediğini de, hepsini bir tarafta bırakalım. Pek çok insanın başlangıç dediğini biz de kabul edelim.

Elvis Presley

Temmuz 1954’te Elvis Presley annesinin doğum günü için yumuşak bir albüm kaydetmek üzere stüdyo kapısını çalar. Yapımcı Sam Philipps de “Bana Siyahlar gibi şarkı söyleyen bir Beyaz verin, bir milyon dolar kazanayım.” diyordur.

Serseri tavırlarıyla, Siyahlar’ın müziğine olan ilgisiyle ve onların aksanlarını, gırtlaktan söyleyişlerini taklitle başladı Elvis. Dinine bağlı bir Hıristiyan olması yanında her an her çılgınlığı yapmaya hazır bir rocker’dı. Ve siyahla beyaz arasındaki ırksal tabu bir bakıma yıkılır. Amerikan tarihinde ilk kez güneye ait olan bir müzik, ten rengi gözetmeden ülkenin kuzeyindeki gençler tarafından kabul görüyordu. Medyanın yansıttığı imaj; şiddet, kışkırtıcı tavırlar ve her türlü aşırılıktır. Elvis ve de devamındaki rockabilly müzisyenleri siyah deriler içinde, sahnede potansiyel birer tehlike yaratan asi imajı veriyorlardı.



Çocukluğunda kilise korolarında şarkı söyleyen Elvis blues ve caz ile haşır neşir olur olmaz sesini dinletmek için prodüktörlerin kapılarını aşındırmıştır. I Forgot to Remember to Forget şarkısıyla listelere bir numaradan giren rock’n’roll’un kralı otuz bir tane de filmde oynamıştır. 16 Ağustos 1977’de kalp yetmezliğinden kaybettiğimiz Elvis’in de ölümü hakkında pek çok öykü yazılmıştır.

Elvis’in ilk lakabı da “Elvis the Pelvis”tir. Bunun nedeni de o şahane kalça kıvırma hareketiyle bilinen dansı olduğu kadar “genç kızların gözdesi” olması da diyebiliriz. Elvis hem bu dansı hem de bir seks sembolü olması nedeniyle sayısız kez sansüre uğrar ki bunların en komiği de bu hareketi yayınlamak istemeyen ama Elvis’ten de vazgeçemeyen TV kanallarının, kendisinin sadece belden yukarısını göstermeleridir.

Ve Elvis, 1977 yılında obezite sorunu sebebiyle ölmüştür. Bilinen bir şeydir ki kendisi sabahları sosisli ve bol tereyağlı ve içinde daha nice şey barındıran yarım metrelik sandviçler yemektedir. Bu rahatsızlığa sebep olan şeyin eşinden boşanmasıyla birlikte girdiği depresyon olduğu söylenir. Bilinmez elbette aslı nedir. Fakat Elvis efsaneleri ne bitti ne de bitecek gibi görünüyor. O ilk gerçek rockstardır.



Ve Rock’n’roll R&B’den tamamen kopup kendi pazar alanını yaratır ki bunda da en büyük pay şüphesiz Elvis Presley ve Chuck Berry’ye aittir.

Chuck Berry



1940’lı yılların sonu geldiğinde Gibson gitarlar artık elektriklenmiştir ve bununla birlikte müzikte solo görevi gören saksafon ve piyanonun yükü hafifler. Artık soloların atıldığı enstrüman elektro gitar olur. İşte ilk gerçek elektrogitar solosunu atan insan Chuck Berry’dir.

Chuck Berry 1955 yılında liste başındaydı. Blues’un yapısını değiştirmiş günümüzde bile sözü edilen sahne hâkimiyeti ve ördek yürüyüşü ile bambaşka bir yere getirmiştir rock’n’roll’u. Ondan etkilenen isimler büyük starlar olmuşlardır. Bu ördek yürüyüşünü birebir alan bir insan da efsane grup AC/DC’den Angus Young olur.

1950 yılında bir bar grubuyla kariyeri başlar Berry’nin ve bir barda sahne almaktadır. 1955’te listelere girmesini sağlayan Maybeline isimli şarkıdan sonra 1956’da Roll Over Beethoven ile çıkışını sürdürmüş, ardından da You Can’t Catch Me, School Day, Oh Baby Doll isimli şarkılarla ABD sınırları aşıp öncelikle İngiltere, akabinde de tüm dünyada tanınmıştır.



1957’de Rock’n Roll Music single’ı, sonrasında Sweet Little Sixteen, Johnny B. Goode, Back’ın The USA gibi şarkılarla ününe ün katmıştır.

Jerry Lee Lewis



Rock’n’roll’un ve devamında dallanıp budaklanmasıyla oluşan her türün piyanodan vazgeçemeyişin sebebidir diyebileceğimiz isim Elvis ile aynı plâk şirketinde bulunan Jerry Lee Lewis’tir. Bir kamyonun arkasına koyduğu piyanosuyla sokak sokak dolaşıyor; alkol, kumar ve kadınlar konusunda had safhaya ulaşan çılgınlıklarıyla o dönemlerde fazlaca göze batıyordu. Piyano ile rock’n’roll yapan bu adamı, Great Balls of Fire filminde Dennis Quaid canlandırmıştır.

Kariyerinin başında rock’n’roll yapmış olsa da daha sonraları country’ye kaymıştır ve bu güzelim kariyeri bir skandalla sarsılır. Daha önce de ufak çapta taşkınlıkları olmuş olan Lewis on üç yaşındaki kuzeniyle evlenmiştir ve medya tarafından topa tutulmuştur. Bunun ardından bir de “Kraliçe benim kıçımı öpsün” hadisesi patlar. Toparla toparlayabilirsen karizmayı o andan sonra. Kraliçe olayı için de şöyle bir rivayet vardır: Jerry Lee Lewis konser sebebiyle Londra’ya gider ama orada da basın yakasını bırakmaz ve sübyancı olduğuna dair yazılar yazılır. O kadar tesirli olur ki bu propaganda hava alanında kimse karşılamaz dahi Lewis’i. Keza konser salonu neredeyse bomboştur, gelen izleyici de oldukça donuktur. Bu üzmekten ziyade sinirlendirir Lewis’i ve Amerika’ya dönmek üzere gittiği hava alanında bir gazeteci kendisini tanır, mikrofonu uzatıp “Kraliçe sizin için sapık diyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz” minvalinde bir soruya “Kraliçe benim kıçımı öpsün” diye yanıt verir.



Rock’n’roll aile düzenine başkaldırı biçiminde belirmişti ve bu çıkış noktası ile kitlesel bir isyana yol açıyordu. Daha 60’lara varmadan rock’n’roll konserleri yasaklarla tanıştı. Çığ gibi büyüyen bu akım, aileleri ve devlet adamlarını endişelendiriyordu. Müzik endüstrisi ise bu kaynaktan nasıl besleneceğini iyi biliyordu.

1958-59 yıllarında rock’n’roll’un yükselişi sırasında ilk kayıplar da verildi. Müzik kariyeri neredeyse biten Jerry Lee Lewis bir yana Chuck Berry de bu dönemde ufak yaşta bir kızla yaptığı eyaletler arası bir yolculukta yakalandı ve federal bir yasayı çiğnediği gerekçesiyle iki yıl hapse mahkûm edildi.



Rockabilly’nin önemli isimlerinden Eddie Cochran ve Gene Vincent’ın içinde bulunduğu taksi bir kamyona çarpınca Cochran olay yerinde öldü ama Vincent sakat kaldı. Bunlar olurken pek çok öncü rock müzisyeni de ya uslandı ya da ortadan yok oldu. Meydanı boş bulan gelenekçi ve de rock’n’roll taraftarı olmayan insanlar arka sokaklarda plâkları yakmaya, müzik istasyonlarını ve usta müzisyenleri boykot etmeye başladılar. Bu dönemde yapımcılar daha evvel ortalığı sallamış olan müzisyenlerin kopyalarını piyasaya sürdüler.

Brenda Lee



Kopya müzisyenlerin arasından bir kadın sıyrılabildi öncelikle. 1958’de Dynamite ve 1960’da I’m Sorry albümleriyle adından söz ettiren Brenda Lee, rock tarihinin ilk kadın müzisyenidir diyebiliriz. Serseri tavırlar takınmak, cinselliği ve uyuşturucuyu açık seçik dile getirmek erkeklerin işiydi. Brenda Lee ise bu erkek egemen dünyada biraz sinirli de olsa bakire kolejli imajına sarılmıştır. Rock ve pop müzik alanından daha da fazlaca country tarzındaki şarkıları sevilen şarkıcının hıçkıran bir sesi vardır.



Onun yolunda ilerlemeye cesaret eden, tamamı kadınlardan oluşan grup Shangri Las, gospel tarzına yakın olsa da yine kiliseninkileri andıran efektlerle farklı bir şeyler yakaladı. İmaj konusunda da Brenda’nın tam zıttıydılar ve şarkı sözlerinde motosikletli asilerle yaşadıkları aşkları anlattılar.

Rocker kavramı, her ne kadar rock’n’roll Amerika’da da doğsa, İngiltere’ye aittir. Fats Domino başta olmak üzere Little Richard, Eddie Cochran ve Gene Vincent’ın düzenledikleri turnelerle tüm Avrupa rock’n’roll’u tanımış oldu. Ve gidilen her ülkede bu müzisyenlerin taklitçileri baş gösterdi. Avrupa ülkeleri içerisinde rock’n’roll’u kabullenen ve ona bambaşka bir boyut kazandıran İngiltere olmuştur.

İlk müzisyenler az evvel de belirttiğim gibi başlıca ustaların taklitleri gibiydiler. Bunlar arasından sıyrılabilen, pembe rengindeki bol briyantinli saçlarıyla Willie Harris oldu. Ki kendisi Wee Will Harris diye bilinir. Onun dışında pek çıkış yakalayamayan İngiltere Beatles ortaya çıkıncaya dek sessiz kaldı. İngiltere ve Amerika’yı epeyce geriden takip eden Fransa’da Johnny Hallyday, Eddy Mitchell ve Dick Rivers gibi şarkıcılar ünlü Amerikan şarkılarını yorumlamakla yetindiler. Bunlardan Johnn Hallyday biraz daha farklıydı ki kendisine Fransa’nın Elvis’i denmiştir. Uzun yıllar albümler yaptı.

Kaynak: $2
Sezai EkinciDecember 15, 2013, 8:35
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi