ÜMMÜ GÜLSÜM
08/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 8807 |    Ters Dizgi


Kaynak: Orkestra Dergisi, Sayı 353 - Temmuz 2004

Doğumunun Yüzüncü Yılında
Oum Kalsoum yani Ümmü Gülsüm
Şarkın sönmeyen yıldızı

Murat ÖZYILDIRIM(1)

“Gözlerin, beni kaybettiğim günlerime
döndürdü. Bana geçmişten ve onun acılarından pişman
olmayı Öğrettiler.
Senin gözlerini görmeden benim gözlerimin
gördüğü herşey Boşa geçmiş bir yaşamdı…” (2)

Klasik Arap Müziği’nin en önemli icracıları arasında kabul edilen Ümmü Gülsüm, yalnız ülkesi Mısır’ın değil tüm Ortadoğu’nun geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran en büyük sanatçısıdır.

Gülsüm, genel olarak doğum tarihi kabul edilen 1904 yılında Mısır’ın Delta bölgesinde bulunan Dakhaliye Eyaleti, Sinbilaveyn kenti yakınlarındaki Tamay Al Zahayra köyünde oldukça yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğar. Babası İbrahim Seyid el Baltacı bu köyün imamı, annesi Fatma Maliji ev hanımıdır.

Hafız olan babası, Ümmü Gülsüm’ün sesinin güzelliğini kısa sürede fark eder ve ona Kur’an okumayı öğretir. Bu dönemde kızların topluluk önünde ilahiler okuması hoş karşılanmadığından Ümmü Gülsüm bir süre erkek kıyafetleri içinde Ramazan ayında babasıyla birlikte çevre köyleri dolaşarak kaside ve ilahiler okur. Sesinin etkileyiciliğini dinleyenlerin fark etmemesi olanaksızdır. Gülsüm, Sinbilaveyn’in köylerinde küçük yaşlarda olmasına karşın kısa sürede ünlenir.

Babası, tanıyanların yoğun. ısrarlarıyla Ümmü Gülsüm’ü 1923 yılında Kahire’ye götürür. Kahire, yüzyıllardır Arap müziğinin merkezi ve canlı sosyal yaşamıyla bir sanatçının kısa sürede tanınmasına olanak sağlayacak bir kenttir.

Ümmü Gülsüm, Kahire’de kendisini keşfeden ilk müzik adam olarak kabul edilen saygın bestekar Şeyh Abu’l Ala ile tanışır. Ondan müzik dersleri alır ayrıca tanınmış Mısırlı şair Ahmet Rami1 den Klasik Arapça (Fossa) dersleri alır. Sanatçı, Abu’l Ala’nın 1924 -1928 arasında dokuz bestesini seslendirir. Bu taş plak kayıtları aynı zamanda Ümmü Gülsüm’ün elimizde bulunan ilk kayıtlarını oluşturmaktadır.

Ümmü Gülsüm, Kahire’nin zengin semtlerine giderek buralarda evlerde düzenlenen toplantılarda şarkılar okumaya başlar. Repertuarı, genellikle geldiği bölgeye ait şarkılardan oluşmakta ve bunları Kahire’de artık hızla popülaritesini yitirmekte olan iki ya da dört kişilik vokal grubu eşliğinde okumaktadır.

Sanatçı, müzikdeki bu değişimi farkederek 1926′dan sonra repertuarına Kahire’de dönemin en sevilen, bilinen aşk şarkılarını ve kasideleri ekler. Artık tanınmaya ve 1928 yılında beş yıl önce geldiği bu kentin en başarılı müzik icracıları arasında sayılmaya başlar.

Bu dönem Arap müzik tarihi açısından da önemli bir olaya tanıklık eder. Kahire’de 1932 yılında birçok Arap ülkesinden katılımcıların yam sıra Mısır’dan Muhammed Abdülvahab - ki çağdaş Arap müziğinin kurucusu olarak kabul edilir-, Türkiye’den Mes’ud Cemil ve Rauf Yekta beylerin katıldığı ilk “Arap Müzik Kongresi” düzenlenir. Dönemin en tanınmış Arap müziği icracıları, bestecileri bu kongrede biraraya gelir.

Türkiye’de 2 Kasım 1934′de Dahiliye Vekili Şükrü Kaya bir genelge yayınlar; “…radyo programlarından alaturka musikinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp tekniğiyle bestelenmiş musiki parçalarımızın Garp tekniğini bilen sanatkarlar tarafından çalınması…”. Ancak bu gelişme Türkiye’de halkın kısa sürede Türk Sanat Müziği’ne en yakın müzik olarak düşündüğü Arap müziği yayınlayan Ortadoğu radyolarına yönelmesine neden olur. Bu arada Ümmü Gülsüm, 1920 ve 1930′lu yıllarda taş plak kayıtlarıyla dinleyicilerine ulaşır. Geniş halk kitlelerine ulaşmak içinse ilkini 1936′de çevirdiği toplam altı filmde -birçok şarkılar okuyarak- rol alır. Bunlar Wedad (1936), Nashid al Amal (1937), Dananir (1940), Aydah (1942), Salama (1945) ve Fatma’dır (1947).

Bu dönemde Ümmü Gülsüm, Muhammed Abdülvahab, Asmahan, Ferid el Atrash gibi sanatçıların bol Arapça şarkılı filmlerinin başta istanbul film piyasası olmak üzere tüm Türkiye’de gösterildiği ve sinema önlerinde uzun kuyruklar oluşturacak kadar büyük beğeni kazandığı bilinmektedir. Üstelik bu yoğun ilgi yüzünden C. H. P. Genel sekreterliği, İçişleri Ba-kanlığı’na bir yazı yazarak özellikle Mersin, Tarsus, Adana gibi Arap kültürü etkisi altındaki yerlerde Türkçe’ye olan ilginin bu filmler yüzünden azaldığı şikayetini yaparak yasak getirilmesini ister. Bundan sonradır ki şarkılı Arap filmlerine Türkçe sözlü besteler yapılmaya ve Türk sanatçılar tarafından okunmaya başlanır. Münir Nureddin Selçuk gibi dönemin tanınmış bestekarları bu filmlere besteler yapar…

Ümmü Gülsüm’e ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu’da gerçek anlamda ün kazandırarak onu yıldızlaştıracak olay, 1934′de kurulan Mısır Ulusal Radyosu ile 1937 yılında yaptığı anlaşmadır. Bu anlaşmayla sanatçının vereceği konserler Mısır Radyosundan her ayın ilk Perşembe gecesi canlı olarak yayınlanacaktır.

Ümmü Gülsüm’ün bu konserleri, sanatçının yaşamında bir dönüm noktası olacak ve onu Ortadoğu’da unutulmaz bir efsane haline getirecek kadar ünlenecektir. Bu konserler verileceği zaman halkın kendilerini dinlemeyeceğini bildikleri için hiçbir Arap ülke lideri açıklama yapmaz, caddeler boşalır insanlar radyolarının başında toplanır, radyo istasyonları Kahi-re’ye yönlendirirlerdi. Her evde radyonun bulunamadığı bir dönemden söz ettğimiz unutulmamalıdır. İşte bu nedenle Şam, Halep, Beyrut gibi bazı kentlerin ara sokaklarında büyük radyoların etrafına komşular toplanarak büyülü bir sese kulaklarını verirlerdi.

Sanatçı ününü 19401ı yıllarda artırarak sürdürür. Bu, Mısır’da Kral Faruk’un hüküm sürdüğü bir yönetimin işbaşında bulunduğu dönemdir. Kraliyetle ilişkileri gayet iyi olan Ümmü Gülsüm, Faruk için düzenlenen konserlerde de şarkılar söyler. Ancak Mısır Krallığı uzun sürmeyecek, 1948′de İsrail karşısında alınan acı yenilgi 1952 yılında milliyetçi Cemal Ab-dülnasır’ı yapılan ihtilal iktidara taşıyacak ve Ümmü Gülsüm konserlerinin radyolardan yayını yasaklanacaktır.



Sanatçının hayranı olan ve üstelik konserlerine dinleyici olarak giden Nasırın bu yasağı bilmediği ve Gülsüm’ün bir gazeteci dostu aracılığıyla Nasır’ın dikkatini bu olaya çektiği anlatılmaktadır. Bu konuda yaşanan bir olay hep anlatılagelir; Gazeteci, Nasır’ı ziyaretinde Gülsüm’e getirilen radyodan yayın yasağını anlatınca, Nasır hayretini gizleyemez ve hemen ihtilalin radyo müdürünü çağırtır. Müdüre durumu sorunca aldığı yanıt “…Gülsüm, eski rejimin simgesi olduğu için radyolardan çalınmasını yasakladık…” olur. Nasır bu yanıta çok sinirlenerek “…pekiyi Nil’i de kuruttunuz mu, piramitleri de yasakladınız mı onlar da eski rejimin simgesiydi!…” der ve konserler yeniden yayınlanmaya başlar. Mısır Krallığı döneminde eski rejimin simgesi olan sanatçı böylece Nasır’ın Arap milliyetçisi yönetimiyle bütünleşir, yeni rejimin de simgesi ve yine Mısır’ın dördüncü piramidi olur…

Ümmü Gülsüm, aralarında Ahmet Şefik Kamil, Ahmed Rami, Bayram el Tunusi gibi ünlü şairlerin sözlerini yazdığı ve tanınmış besteciler Beliğ Hamdi, Zekeriya Ahmed, Muham-med Abdülvahab, Riyadh el Sunbati ve daha birçoklarının bestelediği eserlerini okur. Yaklaşık üçyüze yakın eser yorumladığı -bu sayıya kayıt yapılmamış eserler dahil değildir- eldeki kayıtlardan bilinmektedir. Ümmü Gülsüm’ün en bilinen eseri kabul edilebilecek olan, 1964′de sözlerini Ahmed Şefik Kamil ve bestesini Muhammed Abdülvahab’ın yaptığı “Inta Omri” (Sen Benim Ömrümsün) Mısır’da bugün bile birçok kişi tarafından tüm zamanların en iyisi olarak nitelendirilmektedir.

Sanatçı, Mısır dışında başka Arap ülkelerinde de çeşitli konserler verir. Ayrıca Paris Olympia Konser Salonu’nda 1967 yılında konser verir. Bu da onun Arap ülkeleri dışında verdiği ilk ve tek konser olur. Arap - İsrail Savaşlarında Arapların uğradığı hezimet ve özellikle Mısır’ın kayıpları Gülsüm’ü halkına moral vermeye yönlendirir. Bu, Ümmü Gülsüm’ün yaşam öyküsünde bir başka başarı sayfası açılmasına neden olur. Gelirinin tümü Mısır Hükümetine bırakılmak üzere önce Mısır içinde birçok konser verir daha sonra Arap ülkelerini kapsayan konserler dizisine başlar; Libya, Lübnan, Sudan, Kuveyt, Tunus gibi birçok ülkeyi dolaşır.

Aslında genel olarak kabul edilen görüş Ümmü Gülsüm’ün siyasi bir yönünün olmadığı -varsa da ortaya koymadığı- şeklindedir. Siyasi bir kişilik olarak halkın önüne hiçbir zaman çıkmaz. Ancak sanatı içinde İslam ve Arap geleneği vurguladığı, geçmişin başarılı zamanlarına göndermeler yaptığı bilinen gerçeklerdir. Ayrıca entellektüel kesimlerce ayırdına varıldığı kaynaklarda yazan bir yönü de belirtilmelidir; “…Bugün herşey iyi uegeleceği de biz kadere bırakmalıyız…”.



Sanatçı yalnızca sesiyle milyonların sevgilisi değildir. Gülsüm, aynı zamanda Mısır’ın en yoksul kesimine “fellah” (köylü) ait olan geçmişini hiçbir zaman inkar etmeyerek halk yığınlarının saygısını da kazanır. Ayrıca iki yüz fakir “fellah” aileye yaşamı boyunca maddi destek sağlar.

Konserlerde, Ümmü Gülsüm sahneye çıktığında halk kendisine sevgi gösterilerinde bulunarak alkışlardı. O, her zaman giysisiyle uyumlu mendili elinde halkı mütevazi bir şekilde tebessüm ederek selamlar ve orkestranın giriş bölümünü çalması için sahnede yerleştirilen koltuğuna otururdu. Giriş bölümü çalındıktan sonra şarkıyı söylemeye başlardı.

Gülsüm’ün yorumladığı eserler dinlenildiğinde onun ses mükemmelliğinin ve etkilyeciliğinin nedenleri anlaşılabilir. En önemli özelliği bestede makam bütününde bozulmalara gitmeksizin dizelerde ya da sözcüklerde doğaçlama olarak yaptığı uzatma ve yinelemeleridir. Aynı sözcüğü ya da dizeyi dinleyicilerini sıkmadan birbiriyle hiç aynı olmadan defalarca yineleyebilirdi. Bu yinelemeler, dinleyenler üzerinde olağanüstü bir etki yapar ve Arapların “tarab” dedikleri -bizde bir anlamda karşılığı vecd (esrime) olabilecek- etkinin altına girmelerini sağlardı.

Ümmü Gülsüm’ün sesi “kadın ve erkek sesi arasında bir ses” olarak kabul edilir. Arap müzik zevkine göre şekillenen sesi, egemen, parlak, büyüleyici ve rüya gibi sıfatlarla anılır.

Ümmü Gülsüm’ün sahnede bir eserin temposunu nasıl değiştirdiği, bölümleri nasıl uzattığı ya da kısalttığı hiç beklenmeyen bir anda uzun uzun doğaçlamaya başladığı ya da belli bir bölümü vurguyla ön plana çıkarması sanatçının bilinen ve şaşırtıcı güzellikte taklid edilemez olarak nitelendirilen yorumlarını oluşturur. Böylece onun yorumunun dikkat çekici özelliği, bestelenen parçanın belirli melodi pasajlarını sıkı ritmik biçimlerinden ayırarak bestelenenle o anda kendi oluşturduğu arasında gidip gelmeler olarak nitelendirilir. Yani önceden bestelenenle o anda doğaçlama ortaya konan. Bu ikisi arasındaki karşıtlık sanatçı tarafından ustalıkla kullanılır ve yine “tarab” ortaya çıkar…Bu zıtlık sanatçının yorumladığı eserde - ki artık kendi eseridir- en önemli stil elemanıdır denebilir.

Bu önemli değişiklikler ve yorumlar bütünü nedeniyle Ümmü Gülsüm yorumlarının sunumları yapılırken yalnızca sanatçının ismi söylenir. Söz yazarı ya da besteci adı çoğu zaman müzikle ilgili küçük bir çevrenin ilgilendiği ve genelin ilgilenmediği bir konumda kalır. Doğaçlamalarıyla oluşturduğu bestenin aslından farklılaşma nedeniyle okuduğu eser artık onun olarak kabul edilir.

Hafif bir iç çekiş ya da orkestraya doğru bir bakış ya da baş, elle verilen işaretle orkestra sanatçının hem kendisini hem dinleyicilerini kendinden geçirecek yinelemelerle başlardı. Ümmü Gülsüm konserlerinde bu en üst seviyeye çıkan “tarab’ anlarının ardından izleyicilerin konseri bir süre yarıda kesecek kadar yoğun tezahüratları olurdu. Ümmü Gülsüm’ün orkestra eşliğinde icra ettiği bu müzik olayının yoğunluğu her-şeyden önce icracının sesine ve dizelerde geçen konuları dinleyicilere sunum tarzına bağlıdır. Bu nedenle Ümmü Gülsüm’ün okuduğu şarkıların ne kadar süreceğini bilmek olanaksızdı. Örneğin radyo konserlerinde belirlenen konser süreleri yaklaşık tahminlerden öteye gitmezdi. Gülsüm’ün okuduğu bir bestenin yirmi ya da otuz dakikada bitmesi gereken normal süresi çoğu zaman bir saati bulacak kadar uzardı.

Dinleyiciler, sahneye doğru onu öven saygı ve sevgi cümlelerini bağırarak söylemekten çekinmezlerdi. Gülsüm, böyle durumlarda mahcup bir gülümseme ile halkı sakinleştirmeye çalışırdı. Sahneye çıkmaya çalışan insanların onun ellerine sarıldığı hatta ayaklarına kapandıkları sıkça görülen konser manzaralarındandı…

Orkestrası, başlangıçta yalnızca ud, kanun gibi klasik çalgılardan oluşurken, özellikle Muhammed Abdülvahab’ın Arap müziğine batılı çalgıları eklemesiyle orkestra elemanlarının sayısı artar. Böylece özellikle 1950′lerin başında orkestrasında elektro gitar, org ya da akordeon gibi batı çalgıları yer alır, kemanların sayısı çoğalır. Bu, smokinli çalgıcılar tarafından kullanılan ud, org, akordeon, kanun, elektro gitar, vurmalı çalgılar batı ile doğunun birleşimi sayılabileceği gibi iki kültürün karmaşası hatta bütün içinde çatışması olarak da kabul edilebilir.

Orkestra elemanları, smokinlerle sahneye çıkarken Gülsüm, doğu motifli uzun giysileri tercih eder. Her zaman elinde bulunan ve simgesi kabul edilen mendil aynı zamanda ismiyle de çağrışım yapar. Çünkü adının anlamı “sancağın annesi” dir. Burada unutulmaması gereken çalgıların yeniliği ya da çalanların batılı giysileri değil, Gülsüm’ün yorumladığı eserlerin tümünün hangi çalgılar kullanılırsa kullanılsın geçmişe bağlı müzik geleneğinde olmasıdır. Yeni olarak ordadır-lar ama bir yönleriyle daima geçmişe bağlı ve bu zengin tarihsel geçmişi anımsatırlar.

Ümmü Gülsüm’ün şarkıları Mısırlılar için öz kendi mallarıdır. Başka bir kültürden asla kopya değildir ve batı medeniyetine karşı bir çeşit kültürel kaledir. Arapların onun ses kalitesine bakışındaki hayranlık sanatçının sesini kullanması, harflerin üzerindeki dikkatli duruşu, doğaçlamaya ya da yinelemeye gittiği söz kalıplarının seçimindeki zevk bakımından önemlidir.

Okuduğu eserler arasında en bilinenleri şunlardır; ala beledi mahbub (sevgi dolu beldeye -Mısır için - 1936), la tala-veyni (1938), bukra el safar (yarın yolculuk-1940), ene finta-zarak (seni bekliyorum-1943), el emel (1946), Rubaiyyat el Hayyam (Hayyam’ın rubaileri-1949), şems el asil (1955), El hob kida (işte böyle aşk-1961), Inta omri (sen benim ömrüm-sün-1964), Inta el hob (sen benim aşkımsın-1965), emel hayati (hayatımın emeli-1965), Fakkarouni (beni düşün-1966), El-Atlal (harabeler-1966), Hadis el Ruh (ruhumun sözleri-1967), Hazihi leyleti (gecenin getirdikleri-1968), Alf Leyla ve Leyla (binbir gece-1969), Daret el eyyam (geçip giden günler-1970), El selasiyeti’l mukaddese (kutsal üçleme-1972), Haham aley-na el hava (aşk aramızda hakim olsun-1973).

Sanatçı son şarkısı olan hakem aleyna el havayı sağlık sorunları (ölümüne neden olacak böbrek rahatsızlığı) nedeniyle çok istemesine rağmen hiçbir zaman sahnede okuyamazdı. Eserin yalnızca stüdyo kayıtları vardır. Hastalığı süresince bu şarkıyı ilk kez halkın önünde nerede, nasıl okuyacağının planları üzerine çevresindekilerle konuşurdu.

Ümmü Gülsüm, 1975 yılında yaşama veda eder. Mısır hükümetinin resmi devlet töreni düzenlediği, yaklaşık dört milyon kişinin katıldığı cenazesi, Arap dünyasının en büyük lideri kabul edilen Cemal Abdülnasır’ın cenazesinden bile daha kalabalık olur.
Ümmü Gülsüm, unutulmaz güzellikteki sesiyle Ortadoğu’da -ölümünün üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen- hâlâ en sevilen, kasetleri çok satan, televizyon ve radyolarda şarkıları daima çalınan ve Mısır’ın yüzü ve sesi olarak nitelendirilen değişmeyen değerdir.

KAYNAKÇA

Alkan 2004 Alkan, T., Her Daim Ümmü Gülsüm, Aksiyon Dergisi sayı 488, istanbul

Cantek 2000 Cantek, L., Türkiye’de Mısır Filmleri, Tarih ve Toplum Dergisi s. 204, istanbul

Danielson 1997 Danielson, V., The Voice ofEgypt, Chicago

Özyıldırım 2001 Özyıldırım, M., Ümmü Gülsüm, Cumhuriyet Dergi, İstanbul

Özyıldırım 2004 Özyıldırım, M., es-sett 100 yaşında, Milliyet Sanat Dergisi Haziran 2004 Sayısı, istanbul

Toumal999 Touma, H., H., Die Musik der Araben (Çev.Mehmet Şahiner), Internationales Institut für vergleichende Musikstudien Heinrichsofen bücher ilhelmshaven, Almanya

Tournier 1996 Tournier, M., Altın Damla, Ayrıntı Yay. İstanbul

Web siteleri

http://omkalsoum.sitemynet.com

http://flag.blackened.net/kara/research/arabesk/

http://www26.brinkster.com/cemakas/muzikdevrimi.htm

Dipnotlar

(1) Klasik Filolog, Mersin Üniversitesi, Fen - Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Latince Okutanı
(2) Sözlerini Ahmed Şefik Kamil’in yazdığı ve Muhammed Abdülvahab’ın bestelediği Ümmü Gülsüm’ün unutulmaz yorumuyla okuduğu Inta Omri (Sen Benim Omrümsün) adlı parçanın ilk bölümü (çev. H. Başdağ).
tutunamayanlarNovember 24, 2014, 9:00
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi