JAMES ENSOR DA ALAY VE HÜZÜN
Nalan YIlmaz
Kaynak: lebriz.com
Varoluşçu sıkıntılarına yanıt aramak için kendini feda ederek resim yapan Vincent Van Gogh, acıyla, hastalıklarla ve ölümlerle dolu yaşamı sanatını da etkileyen Edvard Munch gibi James Ensor da Ekspresyonistlere öncü ressamlardandır. Brüksel Akademisi’nde eğitim gören Belçika’lı Ensor (1860-1949) ilk zamanlar dini ve tarihi konular, sonraki yıllarda empresyonist özellikler gösteren portreler üzerine yoğunlaşır. Yine de yöntemi onlardan farklıdır. Ensor da öncelik nesnede değil ışıktadır. Işık onun için tek ve bölünemeyendir, ressamın ekmeğidir, duyuların kraliçesidir ve aydınlığı getirecek olandır. Çocuğu olmayan sanatçı ışığı kızı olarak tanımlar. Kurucularından biri olduğu yeni sanatsal gelişmeleri teşvik eden avangard grup Brüksel XX’nin diğer sanatçılarıyla belirgin görüş farklıları yaşar. Sanat eleştirmenlerinin sert bir şekilde eleştirdiği grup on yıl sonra dağılır.
Ensor’un çocukluğunda tavan arasında bulduğu maskeler, kuklalar ve babasının dükkânındaki deniz kabukları, egzotik oyuncaklar imgelem gücünün gelişmesinde rol oynar. Yaşadığı kent olan Ostende’nin gündelik yaşamını özellikle baloları, karnavalları, festivalleri ve plajları kalabalık sahnelerle resimlerine aktarır. Gönül gözüyle gören, içe dönük, insanlara ve dünyaya yabancılaşan bir kişi olarak gerçeklerden uzaklaşmayı tercih eder. Resimlerinde, baskılarında ve çizimlerinde koyu renklere ve alaycı mizaha rastlanır. Toplumun yaşam biçimiyle, davranışlarıyla, ikiyüzlülüğüyle acımasızca dalga geçer. Toplumsal sahteliğin simgesi gördüğü çılgın maskelerle yozlaşmayı yansıtır. Bu tutumuyla Rönesans Flaman ressamlarından Bosch’un ve Bruegel’in alay eden geleneğini devam ettirir.
İskeletler, hortlaklar, tuhaf ve komik giysilerin ardına gizlenmiş figürler sıklıkla seçtiği motiflerdir. Bu fantastik imgelerle, şatafatlı nesnelerle çağın yalnız, umutsuz insanını göstermeye çalışır. Aynı zamanda kendisinin ölüm korkusuyla dolu dünyasını ortaya koyar. Ruhsal durumunu hayal gücünün yönlendirmesiyle açığa vurur. Gizemli güçlerin bulunduğu doğa görünümleri, insanların kaygıları, nefreti, kıskançlığı kötümser bir bakış açısıyla şekillenir. Güçlü duygusal etkilerle ve dramatik öğelerle dolu, sıra dışı, aşırı anlatımcı, iğneleyici, gerçekçi ve içten resimleri halk tarafından benimsenmez, sergilere kabul edilmez. Bu durum sanatçının içine kapanmasına neden olur. 1900’lü yıllarda tarzını yumuşatıp hicivden vazgeçince çalışmaları ilgiyle karşılanır ve ünlenmeye başlar. 1929 yılında Brüksel Güzel Sanatlar Sarayı’nda açılan retrospektif sergisinden sonra baron unvanına sahip olur.
İsa’nın 1889’da Brüksel’e Girişi’nde (1888) birbirinden farklı şapkalı, korkunç ve gülünç yüzlerin olduğu kaotik bir sahne görülür. Bir karnavalı çağrıştıran ve dinin, sanatın, politikanın iç içe olduğu görünümle ressamın imgeleminin zenginliğine tanık oluruz. Sanatçının dostlarından, ailesinden, tarihten, siyasi ve alegorik figürlerden oluşan, kimisi sloganların yazılı olduğu pankartlar tutan, caddelerden ve meydandan taşan büyük kitlenin ortasında neredeyse kaybolan İsa yer alır. Kudüs’e girişinde* olduğu gibi burada da eşek üzerindedir ve başı etrafında hale vardır. Onuruna bir tören düzenlenmiş olmasına rağmen sahte modern toplumda görmezden gelinir. Burada İsa gerçek dini temsil eder; ezilen yoksul kesimin sözcüsüdür. Ensor, ‘İsa 1900 yıl sonra Brüksel’e gelse nasıl karşılanacağını’ sorgularken ateist sosyal reformcu Emile Littré’yi akılsız topluluğun lideri gibi gösterir. Kompozisyonun sol alt köşesindeki yeşil siyah şakalı figür ölümü simgeler. Birkaç ön çizimle hazırlık yaptığı, perspektifi önemsemediği, oldukça aydınlık ve renkli büyük boyutlu resimde bıçak, spatula ve fırça kullanarak oluşturduğu tekniği özgür bir ifadeye kavuşur. 1929 yılına kadar sergilenmez ama Ensor onu hep evinde veya atölyesinde görülebilecek bir yerde tutar. Konusu, anlatım şekli, renk kullanımı ve fırça tekniğiyle bu resim 20. yüzyılın ilk yıllarının sanat akımlarından ekspresyonizm için de önem taşır. 19. yüzyıl sonunun en yenilikçi, hayret verici ve göz kamaştıran yapıtlarından biri olarak kabul edilir.
Asılmış Bir Adamın Bedeni İçin Kavga Eden İskeletler (1891) adlı çalışması onun sanatının öne çıkan özelliklerini de içerir. Birbirlerine elindekilerle vurmak üzere olan iki iskelet, tavanda asılı duran saçları diken gibi havaya kalkmış, gözleri iri ve açık bir adamın etrafındadır. Arka planda sağ ve sol taraftaki kapılarda duran ürkütücü maskeli figürler de olayı seyrederler. Kasvetli, olağandışı ve tiyatro oyunundan alınmış gibi olan sahne izleyiciyi şaşırtır. Üzerinde CİVET yazan bir kâğıdı morarmış ve sarkmış diliyle tutan adamın ayakkabısına bağlı bir ipin ucu yerde yatan başka bir iskeletin başını havaya kaldırıyor. Civet yemekle ilgili bir terimdir. Burada onu taşıyan kişinin potansiyel bir gıda olduğunu işaret eder. Hareketleri son derece anlamsız ve boş görünen iskeletlerin üzerinde eğlendirici ve garip kostümler bulunuyor. Yerdeki de dâhil üç iskelette kadın giysileri içinde. Bu durum cesedin üç kadın tarafından paylaşılamadığını da çağrıştırabilir. Aynı zamanda bu grotesk atmosfer üzerinden dökülen giysiler içinde, elinde şemsiye, sopa veya süpürgeyi silah yapmış ve kendilerini hayal âlemine kaptırmış çocukların oyunlarını da akla getirebilir. Asılmış adam sanatçının bir kurban olarak kendisini, çevresindeki kavga eden ve seyreden figürler ise onu yargılayan, benimsemeyen insanları simgeliyor olabilir. Farklı yorumlamalara açık, acı bir ironi ve yergi ile dolu olan resimde güçlü fırça tekniği ve canlı renkler dikkat çekicidir.
Hayatı boyunca endişeli bir yapıya sahip olan Ensor içinde bulunduğu toplumda, düzende ve dünyada boş uğraşların, saçma ve tutarsız düşüncelerin eleştirisini yapar. Sanatıyla aslında her şeyin üstünde olan gücün ölüm olduğunu hatırlatır.
Notlar:
* İsa daha önce hiç kimsenin binmediği bir eşek üzerinde Kudüs’e girerken onu karşılayanlardan bazıları pelerinini yere serer, kimisi de ellerinde tuttukları dal parçalarını atar. Tapınağa girince tacirleri ve alıcıları oradan gönderen İsa “Bir dua evi olacaktır benim evim, ama siz bir hırsız evine çevirdiniz onu.” der.
Kaynaklar:
1-500 sanatçı - 500 sanat eseri, çeviren: Mine Haydaroğlu, YEM yayın, 1. Baskı, İstanbul, 1996, s: 148
2-Cassou, Jean, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987, s: 74
3-Cömert, Bedrettin, Mitoloji ve İkonografi, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1980, s: 107
4-Lynton, Norbert, Modern Sanatın Öyküsü, çeviren: Cevat Çapan, Sadi Öziş, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul, 1991, s: 385
5-Passeron, René, Sürrealizm Sanat Ansiklopedisi, çeviren: Sezer Tansuğ, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul, 1990, s: 100
6-Richard, Lionel, Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi, çevirenler: Beral Madra, Sinem Gürsoy, İlhan Usmanbaş, 2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, s: 29